42,1195$% 0,31
48,7323€% 0,57
55,4630£% 0,41
5.433,33%0,83
9.168,00%1,23
10.924,53%-1,34
4320143฿%0.32633

30 Ekim 2025 Perşembe

Ölmeden Önce ‘Allah’a Teslim Olmak’ ve Kadir Gecesi

Kentsel Dönüşüm ve Konteyner Evler; Lüks Değil, Mecburiyettir

Toplumsal Sorunlar ve Altyapıları

Bu Adaletsizliği Gidermek Elimizde…

Bir Ağır Hasta Ziyaret Ediyor

Aile Nasıl Korunmalıdır?
Tek başına bir insanın hiçbir şeye gücünün yetmeyeceği aşikârdır. Onun için de her insan kendisi gibi düşünen ve kendisi gibi inanan insanları yanına alarak bir toplum oluşturmak mecburiyetini hisseder. Fertten topluma geçişte de en önemli kuruluş şüphesiz ailedir.
Biz, Hayırda Yarışanlar Derneği (HAY-DER ) olarak çalışma sahamızı ve hedeflerimizi belirlerken ‘Mutlu İnsan, Sağlam Aile, Güçlüm Toplum’ olarak belirledik. Sağlam aileyi oluşturabilmek için ise kuruluşundan başlayarak aile devam ettiği sürece, aileye maddi ve manevi desteği sağlayalım diye; “Aileyi kuruyor ve koruyoruz” dedik.
2000 yılı başında (Büyük Marmara depremi arkasından) Hasbelkader (kaderin bir cilvesi) kurduğumuz YUVAMIZ Evlendirme Bürosu, halkımızdan bu gibi çalışmalara gerekli ilgiyi göstermemesi onu küçük adımlarla götürüyordu. Bu çalışmaları biraz daha geliştirmemiz ve ülkemizin her yerine ulaştırmamız gerektiğine inanıyorduk.
Bunu temin etmek için (2004 yılı) Aile ve Sosyal İşler Bakanı Fatma Şahin’den bir randevu aldım. Randevu günü Bakanlığa gittim ve Bakan’la görüşmek istedim. Ancak beni Müsteşar Muavini ile görüştürdüler.
Görüşme talebim, Yuvamız Evlendirme Bürosu çalışmalarını Bakanlığın izni ve kontrolünde yapmaktı.
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
‘Aileyi koruyoruz’ iddiasındaki Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yetkilerine (Müsteşar Muavini’ne) konuşma esnasında bir soru sordum:
“Siz Bakanlık olarak aileyi mi koruyorsunuz”
Bana; “Evet, biz aileyi koruyoruz” dediler.
Kendilerine bir soru daha sordum:
“Aileyi kimden koruyorsunuz? Ailenin düşmanı kimdir ki, aileyi ondan koruyorsunuz?” dedim.
Bu soruma cevap veremediler.
“Peki, nasıl koruyorsunuz?” dedim. Bana konferans verdiklerini, kitap çıkardıklarını ve bir takım akademik çalışmalar yaptıklarını söylediler ve bana bir çanta dolusu kitap hediye ettiler.
Ben de onlara; “Aileyi bir kere daha tarif edelim mi?” dedim. Ve “Aile, nikâhla biraya gelmiş bir erkek ve bir kadının birlikteliğidir. Bunun tersi yani düşmanı da nikâhsız bir araya gelmektir, yani zinadır.
Eğer Bakanlığınız aileyi gerçekten korumak istiyorsa ülkemizde yaygınlaşan zinayı önlemek zorundadır.
Sizin zinayı önlemeniz için ise önce flörtü ortadan kaldırmanız gerekir. Flörtü önlemeniz için de karma eğitimi ortadan kaldırmanız gerekir.” demiştim. “Eğer karma eğitimi kaldıramazsanız, buna ben inanmıyorum, siz aileyi koruyamazsınız” diye sözümü tamamladım.
AİLEYİ KİM KALDIRMAK İSTER?
Tarihimize bir kara leke olarak geçen 28 Şubat 1995 yılında yapılan Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısından önce bizim kız okullarımız vardı. Yani kız ve erkek öğrencilerin ayrı ayrı okuduğu okullar. Erbakan Hükümeti’nden bu okulların kapatılması ve karma eğitime dönülmesi istendi. Zira YAŞ, Hükümet’in emrinde ve aldığı kararlar ‘tavsiye niteliğinde’ olması gerekirken, emir niteliğinde bir karar oldu. Başbakan Erbakan bu okulları korudu ve kapatmadı.
Benim 4 kızımdan 2’si, bu kız okullarında okudular.
Arkasından gelen Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit Hükümetleri maalesef bu okulları karma eğitime çevirdiler ve kız ile erkek öğrenciyi aynı sınıfta ders görmeye, aynı kütüphane de çalışmaya, aynı yemekhane de yemek yemeye, aynı bahçede oyun oynamaya yönlendirdiler.
Karma eğitim, önce kız erkeğin çocuklarının arkadaşlığını sağladı. Sonra işler biraz daha yukarı taşındı. Flört ile sevgililer oluştu. Sonra daha da ileriye gidilerek nikâhsız birliktelik dönemine geçildi. Bu da gayet tabii idi. Ateşle barut bir arada olmadığı gibi kız ile oğlanın uzun süre bir arada olması da mümkün değildi.
Sonra zina ve fuhuş arttı. Gençler evlenmek ve yuva kurmak yerine cinsel ihtiyaçlarını gidermek için zinaya yöneldiler.
Şimdi yöneticiler feryat ediyorlar. “Ülkemizde evlenmeler azaldı, boşanmalar çoğaldı. Doğum oranları çok düştü. Nüfusumuz gittikçe azalmaya başladı. Evlenen gençler en az 3 çocuk yapmalıdır” gibi.
Güya milliyetçi ve muhafazakâr olarak milletten destek alan AKP de 23 senedir Anayasa’yı değiştirme gücüne bile sahip olduğu halde zinayı önleme yolunu seçmedi. Kız okullarımızı bize geri vermedi. Üstüne üstlük 2006 yılında çıkartılan bir kanunla ‘zinayı suç olmaktan da çıkarttı.’
Ve 25 senedir esip tozan yetkililere soruyoruz. Aileyi korumak için Bakanlık da kurduğunuza göre siz zinayı kaldırmadan, aileyi nasıl koruyacaksınız?
***
‘Sağlam Aile’ kitabıma konulacak bir yazımı önce okurlarımla paylaşıyorum.
Show TV’nin güya aleyhime yaptığı yayın benim lehime tecelli etmiş ve birçok yuvanın kurulmasına vesile olarak, büyük ecirler kazanmamı da sağlamıştır. Zira Allah (c.c.) Nur Suresi 32. Ayeti’nde; “Bekâr olanlarınızı evlendirin” buyurarak zaten bizlere bu görevi vermiş bulunmaktadır.
Yayından sonra beni tanıyanlar; “Bu işi Nevzat Başkanım yapıyorsa mutlaka doğru olanı yapıyordur” demişler ve birer ikişer gelerek bana kayıt olmaya başlamışlardır.
Bu arada bir baba ve yanında kızı olduğu halde büroma gelerek; “Nevzat Bey, kızımı gelin adayınız olarak kaydet” dedi.
Ankara Büyük şehir Belediyesi’ne bağlı EGO’da çalışan ve EGO lojmanında da kalan bir Makine Mühendisi ve kızı, (Bu lojman büromun bulunduğu Maltepe’ye çok yakındır) aslen Adanalı imişler. Baba kız kaydolmak üzere birlikte gelmelerinden dolayı benim hayret ettiğimi görünce bana; “Niçin hayret ediyorsunuz? Bir babanın ve annenin en büyük arzusu evlatlarının kız olsun, oğlan olsun mesut ve mutlu olmalarını görmeleridir. Oğlumuzu evlendirdiğimiz gibi kızımızı da evlendirmemizdir. Ancak biz kızımızı rastgele birine değil özelliklerini baştan bildiğimiz bir delikanlıya vermek istiyoruz. Damat adayımızı seçebilmek için YUVAMIZ’ı tercih ettik” dedi.
Büyük Marmara depreminin arkasından kurduğumuz Yuvamız, önce bir şirketin uhdesinde daha sonra da şirketi kapatınca kurduğumuz Hayırda Yarışanlar Derneği (HAY-DER) bünyesine almıştık. Zira bu serapa hayır çalışmamız şirket bünyesinde olunca halkımız tarafından sanki ticari bir iş gibi görülüyordu. Ama bu çalışmamızı, dernek bünyesine alınca bir hayır çalışması olduğu ortaya çıktı.
Evlendirme çalışmalarımızı sıcak bir kelime olan YUVAMIZ ile isimlendirdik. Ser levha olarak; “Bekâr olanlarınızı evlendirin” Nur Suresi 32. Ayeti aldık.
Dikkat ederseniz, Kur’an-ı Kerim’e muhatap bütün Müslümanlardır ve “Sizden olan bekârlarınızı evlendirin” buyrulmaktadır. “Sadece evlatlarınızı evlendirin veya bu işlere karışmayın” denmiyor.
Bu çalışmalarda güvenin sağlanması için bir adres yazılması şarttır ve bu çalışmaların bir isim altında yürütülmesi gerekir.
Bir atasözümüz de ise; “Allah, evlenenle ev alana yardımcı olur” denmektedir. O halde biz Hayırda Yarışanlar Derneğimiz (HAY-DER) ile hem evlendirir ve hem de evlendirdiğimiz ailelere maddi ve manevi desteklerde bulunabiliriz, dedik. Bu yönümüzü tanıtmak için ise; “YUVAYI KURUYOR VE KORUYORUZ” diyerek bu yönümüzü de belirtmiş olduk.
İki önemli konuyu daha belirtmek durumundayız. Bunlardan birisi bizim yaptığımız bu çalışmayı yeryüzünde yapan başka bir kuruluş yoktur ve biz dünyanın her yerinden damat ve gelin adayı kaydı almaktayız.
KIZIMIZA TALİP ÇIKIYOR
Birkaç ay sonra Mersin / Erdemli’den başvuran bir damat adayımızın özelliklerinin kızımıza uygun olduğunu gördük. Gelin adayımızı ve babasını büromuza davet ederek delikanlının resimli formunu gösterdik. Baba da kız da delikanlıyı uygun buldular. Bir kere de hanıma gösterelim dediler ve formun bir suretini istediler. Ertesi günü telefonla damat adayını uygun bulduklarını bildirdiler.
İkinci kademede oğlanın fikrini sormamız gerekiyordu. Kızın resimli bilgi formunu internetten Erdemli’deki oğlumuz gönderdik. Birkaç gün sonra ondan da müspet cevap aldık.
Üçüncü kademe de oğlanla kızın birbirine tanıştırılması gerekiyordu. Kızın ailesi oğlanı Ankara’ya davet ettiler. Delikanlı Ankara’ya geldi aileyi ziyaret etti sonra büromuza gelerek bizi ziyaret etti. Bu noktaya kadar her şey normal olarak gidiyordu.
Birkaç gün sonra baba kız tekrar yanıma geldiler. Kız; “Biz Ankara’dayız, damat adayı Erdemli ’de! Ben Ankara’da kalmak istiyorum” dedi. Anlaşılıyordu ki kız babasından ayrılmak istemiyordu. Ben onlara; “Bak kızım. Eğer sen gelin olarak Erdemliye gidersen, yarın baban da EGO’dan emekli olur ve Adana’ya döner. Sen de orada babana yakın olursun” dedim.
Kız ikna oldu ve biz, kurduğumuz yuvalar yanına bir de Erdemli’yi kattık. Çok şükür. Her kurduğumuz yuva önce bizi mutlu ediyor, bu çalışmamızın da başarı ile sonuçlandığını görüyorduk. Allah mutlu ve bahtiyar kılsın.
YUVAYI KURUYOR VE KORUYORUZ
Bir yuvanın sadece kurulması yetmiyor, o yuvanın devamının sağlanması da gerekiyordu. Hele çocuk / çocuklar olduktan sonra bu söylediğim şeyin önemi belki yüz kere daha artmış oluyordu. Ancak yuvanın korunması sadece manevi tedbirler almakla yetmiyor, yuvanın ihtiyacı olan maddi desteğin sağlanması da gerekiyordu.
Yuvanın kurulması ve korunmasında benim bundan evvelki çalışmalarımın çok faydası oldu. Zira ben 50 senelik gençlik çalışmaları ile bunun içinde son 17 senelik çalışmayı Milli Gençlik Vakfı (MGV) Genel Başkanı olarak geçirmiş birisiyim.
Ülkemizin neresinde olursa olsun, orada kurduğumuz bir yuvanın maddi ve manevi yardımına yine orada oturan kardeşlerimi yönlendiriyor, yuvanın sıkıntısını bertaraf ediyoruz.
‘Sağlam Aile’ kitabıma konulacak bir yazımı önce okurlarımla paylaşıyorum.
Benim, kardeş aile kampanyası ile ilgili teklifin gazetelerde haber olarak çıkınca dost düşman herkes bunu okuyor. Tabii bu arada hem reyting yapma ve hem de ülkemizdeki imanlı insanları karalama peşinde olan Show TV ile onun takdimcisi Reha Muhtar da bu haberi okuyorlar. Telefona sarılıp Ankara bürolarını ve orada büronun başındaki Serkan Çinier’e bu haberi kendi açılarından nasıl değerlendireceklerini konuşuyor, yapması gerekenleri söylüyor.
1999 yılında benim Uzman Mühendislik, Müşavirlik ve Pazarlama işlerinde çalıştırdığımız bir anonim şirketim var. Ben onun hem İdare Meclisi Başkanlığı’nı ve hem de Müdürlüğünü yürütüyorum. Bu şirket Maltepe’deki büromda bulunuyor.
Telefonum çaldı, ben de açtım. Telefonun öbür ucundaki ses; “Show TV’nin Ankara bürosundan aradığını, benim Çalışma Bakanlığı’nda yaptığım haberi gazetelerden okuduğunu, bir depremzede hanımla evlenmek istediğini, bunun için bir gün sonra gelip kaydolmak istediğini” söyledi. Ben de kendisine; “Bu bir fikirdir ve Bakanlığa aktarılmıştır. Henüz bize kaydolan bir depremzede yoktur” dedim. “Ben kayıt olayım da gelin adayları geldiğinde evlenirim” dedi.
Beni bir düşünce aldı. Biz Show TV’nin yapısını ve çalışmalarını yakından biliyorduk. Bu adamlar ya bizi istismar ederlerse? Veya gelin adayımızı istismar ederlerse ne yapacaktık?
Sonuçta müracaatlarda ciddiyetin sağlanması ve çalışmalarımızda yapacağımız masrafların karşılanması için belli bir ücret koymaya karar verdik. Bu ücret o günlerde 50 USD kadardı.
SHOW TV İLE TANIŞMA
Ertesi günü büroma iki kişi geldi. Biri kendini Serkan Çinier olarak tanıttı, diğerine de benim amcam dedi. Yaşlıca kısa boylu bir adamdı. Serkan Efendi; “Depremzedelerle evlenebilmem için benim kaydımı yapın” dedi. Kendisine 50 Dolar kayıt ücreti olduğunu söyledim. 50 Dolar’ı çıkardı, önüme koydu.
Ben de şirketimizin faturasını keserek bu parayı tahsil ettim.
Bu işlem bitince yanındaki adama; “Amca ben biraz aşağıya ineceğim, sen burada otur” dedi ve ayrıldı. Biraz sonra yanında birkaç resmi polisle büroma geldi. Polis bana; “Sen bu adamı dolandırmış, parasını almışsın. Sizi Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne götüreceğiz” dedi. Meğer amcam dediği kişi de bir sivil polismiş.
Ben de onlara; “Ne dolandırması? Tahsil ettiğim paranın faturasını kestim. Burası bir şirkettir. Levhası vardır, vergi levhası vardır” dedim.
Fakat polis şirketmiş, vergi levhasıymış bunlara bakmadan bizi (büroda iki kişiydik) Ankara Emniyet Müdürlüğü Dolandırıcılık Şubesi’ne götürdüler.
Tabii bu arada Show TV kameramanı, polislerin yanında bizim filmlerimizi çekiyor ve bize; “Depremzedeleri nasıl dolandırdınız?” diye soru soruyorlardı.
Polis bir ifade tutanağı yazdı. İfade tutanağına; ‘Evlendirmenin hukuki yönünü yani Borçlar Kanunu’nun 3. Bölümü Tellallık bölümünün evlendirme tellallığına göre yaptığımızı, mali dayanağının da kestiğimiz şirket faturasına göre olduğunu’ belirttim. “Ben bu başvuruya 3 – 5 ay hizmet vereceğim, bu başvuru ile tahsil ettiğim paranın vergisini vereceğim” dedim.
BİR İYİLİK YAP DENİZE AT
Bizim Ankara polisi tarafından büromuzdan alınarak Emniyet Müdürlüğü’ne götürülmemizi bir arkadaşımız öğrenmiş. TBMM’ne giderek eski İçişleri Bakanı Aldülkadir Aksu’yu bulmuş ve bizim polis tarafından götürüldüğümüzü söylemiş. O da telefonun başına oturarak Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde beni aramaya başlamış. Sonunda biz parmak izi ve fotoğraf çekimine geldiğimizde Bakan’ın telefonu da oraya geldi.
Polis, benim Milli Gençlik Vakfı (MGV) eski Genel Başkanı olduğumu Bakan’dan öğrenince; “Niçin bize Genel Başkan olduğunuzu söylemediniz?” dedi. Ben de; “Yaptığınız yanlıştır. Bir sade vatandaş da sizden nasıl muamele görüyor? Onu görmek istedim” dedim. Bizi hemen Nöbetçi Savcı’ya çıkardılar.
Savcı daha odasına girmeden polisteki ifademi kabul edip etmediğimi sordu. Ben de; “Kabul ediyorum” dedim. “Beyefendi, siz dışarda biraz bekleyin” dedi ve bizi getiren polisleri içeriye aldı. Sonra Savcı’nın sesi odada ve dışarıda çın çın öttü.
“Polis bir olay olunca olay mahalline gider. Siz ise olay olmadan gitmişsiniz. Bunun bir komplo olduğunu göremediniz mi?” dedi. Show TV’nin kameramanı bizi hâlâ çekmeye devam ediyordu.
Show TV akşam haberlerinde Reha Muhtar, gözünü döndüre döndüre bizim haberimizi veriyor; “Milli Gençlik Vakfı eski Genel Başkanı Nevzat Laleli, kurduğu evlendirme bürosunda depremzedeleri dolandırırken yakalandı” dedi ve bizim görüntülerimizi yayınladı. Haberin arkasından da benim Savcı tarafından serbest bırakıldığımı söyledi.
Bu iftira haberi için Show TV ve Reha Muhtar aleyhine tazminat davası açtım. Davayı kazandım. Ancak Reha Muhtar davayı temyiz etti. Temyiz ne mi etti? Tabii ki kararı bozdu.
Her ne kadar dava reddedilmişse de o akşamki TV haberiyle beni ve bu önemli çalışmamı bütün dünyaya duyurmuş oldu.
‘Sağlam Aile’ kitabıma konulacak bir yazımı önce okurlarımla paylaşıyorum.
1999 yılının 17 Ağustos’u. Marmara Bölgesi’nde Yalova, Bursa, İstanbul, Kocaeli ve Adapazarı gibi illerimizi sarsan çok büyük bir depremin olduğu gün. Yüzlerce ev ve işyeri yıkılmış, bu yıkıntıların altında binlerce insan kalarak can vermiş, kurtarılanlar da hastanelere taşınarak yaralı halde tedaviye alınmışlardı.
Depremin hemen akabinde ülkemizin her yerinden ve yurt dışı ülkelerinden bile yardımlar geliyor, bu acıya merhem olmak için çalışıyorlardı. Tabii kendi milli kuruluşlarımız da cansiperane bu yardımlara koşmuşlardı. Bu ara Çalışma Bakanlığı da bir kampanya başlatmış; ‘Yaklaşan yoğun kış şartlarından depremzedeleri koruyalım’ diyerek, bir ‘Kardeş Aile Kampanyası’ başlatmış ve bastırdığı bir broşürle halkı bu kampanyaya katılmaya davet etmişti.
Kampanyada, yaklaşan kış aylarında çadırlarda ve prefabrik evlerde kalmak zordur. Deprem dışı bölgelerden evi müsait olanların bir depremzede aileyi yanına alarak aynı evi birlikte paylaşmaları isteniyordu.
Depremden birkaç hafta sonra Ankara’daki iş yerime yakın bir cami olan Maltepe Camisi’ne Cuma namazı için gittim. Cuma namazı çıkışı dış kapıda elime bir broşür tutuşturdular. İş yerime geldim ve broşürü incelemeye başladım. Ancak Çalışma Bakanlığı’nın broşüründe, bizden istediğinin uygulanmanın çok zor uygulanabileceği kanaatine vardım.
Bizim inançlarımız, örf ve adetlerimiz iki ailenin uzun süre aynı evi birlikte paylaşmasına mâni idi. Bu sebepten bu kampanyanın işlerlik kazanma şansı çok az, belki de hiç yoktu. Ne yapılmalı da bu iyi niyetli çalışmanın işlerlik kazanması sağlanmalıydı.

ÇALIŞMA BAKANLIĞI İLE GÖRÜŞME
Ertesi hafta, Çalışma Bakanı Yaşar Okuyan’ı telefonla arayarak Özel Kalemi’ne; “Sayın Bakan’a, O’nun başlattığı ‘Kardeş Aile Kampanyası’na işlerlik kazandıracak bir teklifim, var. Eğer beni kabul ederse kendisine bu teklifimi arz etmek isterim” dedim.
Bana birkaç gün sonrası için bir randevu verdiler. Bu sure içerisinde ben de bir dosya hazırlayarak söylemek istediklerimi o dosyada belirttim.
Randevu günü ve saati Çalışma Bakanlığı’na gittim. Bakanlığın bahçesinde bir gurup gazeteci, foto muhabiri, kameraman toplanmışlar kendi aralarında görüşmekteydiler. Bu gazetecilerden biri beni tanıdı ve “Nereye, Nevzat Bey?” diye sordu. Ben de, Sayın Bakan’la randevum olduğunu ve ona ‘Kardeş Aile Kampanyası’ ile ilgili tekliflerimi söylemek istediğimi söyledim.
Bunun üzerine orada bulunan bütün gazeteciler peşime takıldılar ve benimle birlikte Bakan’ın odasına çıkmaya başladılar. Özel Kalem Müdürü odasına gelince Müdür Bey; “Bakan Bey meşgul. Ziyaretinizi Müsteşar Muavini (falanca) ile yapacaksınız” dedi ve bizi Müsteşar Muavini odasına yönlendirdi.
Müsteşar Muavini odasına girdim ve; “Bakanlığın depremzedeler için başlattığı ‘Kardeş Aile Kampanyası’na işlerlik kazandıracak tekliflerim var” dedim ve elimdeki dosyayı kendisine uzattım. Bu arada gazeteciler ve foto muhabirleri de not ve görüntü almaya başladılar.
Ben, Müsteşar Muavini’ne; “Sayın Müsteşarım. Bakanlığınız her ne kadar bir ‘Kardeş Aile Kampanyası’ başlatmış iseniz de bu kampanyanın ülkemize yürümesi zordur. Çünkü bizim aile yapımız, inançlarımız, örf ve adetlerimiz iki ailenin bir evi uzun zaman paylaşmasına müsaade etmez. Geliniz, aynı evi paylaşacak aileleri birbiriyle akraba yapalım. Sonra da o evi iki aile kullanmaya başlasınlar” dedim.
“Deprem dışı bölgeden bekâr bir oğlumuzu deprem bölgesinden bekâr bir kızla evlendirelim. Oğlanın evi müsaitse kızın anasını, babasını ve kardeşlerini de alsın. Deprem bölgesinden bir bekâr oğlumuzu deprem dışı bölgemizden bir kızımızla iç güveysi olarak evlendirelim. Kızın evi müsaitse oğlanın anasını, babasını ve kardeşlerini de evine alsın. Böylece 10 gencimizi evlendirelim, 100 kişiyi deprem bölgesinden kurtaralım” dedim.
“Bakanlığın bu çalışmalarında, ben de her zaman yardımcı olmaya hazırım” diye ilave ettim.
Bu çalışma ertesi gün çıkan gazetelerde büyük manşetlerle yer aldı ve bu haber, ‘Yeryüzünde bu ana kadar hiç kimsenin ortaya sürmediği bir çalışmayı Milli Gençlik Vakfı Şeref Başkanı Nevzat Laleli teklif etti’ diye haber yaptılar.
(Bu yazı yayına hazırlanan ‘SAĞLAM AİLE’ kitabıma konmuştur.)
Aşağıda anlatacağım ve küçük bir yorumunu yapacağım olay ülkemizde ve en muhafazakâr olarak bildiğimiz bir ilde yaşanıyor. Bu olayı okuyunca veya televizyondan duyunca, hemen eskilerin ‘Canavar düdüğü’ yenilerin ‘Alarm zilleri veya siren’ dediği zilleriniz çalıyor mu? Yoksa benim dışımda olmuş bu olay, basit polisiye olaylarından biridir diyerek kendinizi avutuyor musunuz?
Eğer zilleriniz çalıyorsa siz ‘milletinizin derdiyle dertleniyorsunuz’ demektir. “Bugün ona yapılan bir gün de bana da yapılır” diye bir endişe taşıyorsunuz demektir. Bu tepkinin sizin ‘olaylara karşı canlı bir insan olduğunuzun işaretidir.’
Yoksa maazallah, felakettir, felakete düşüyoruz, felaketteyiz demektir.
Arkadaş eğer alarm zilleriniz çalmıyorsa; ‘bu zilleri mutlaka tamir ettirmenin bir yolunu bulmalısınız.’ Yoksa dünya ve ahret felaketi hepimizin üzerinize olacak demektir.
TÜYLER ÜRPERTEN OLAY
Bundan birkaç sene önce Siirt’te babaları hamallık yapan ve kendileri bir ilköğrenim okulunda olan yaşları 14 – 16 arasında değişen üç kız kardeş ile onların yanı sıra dört kız çocuğuna, birkaç seneden beri sayıları yüzleri bulun erkek tarafında tecavüze ediliyor.
Olayı, o ilköğretim okulundaki rehber öğretmen açığa kavuşturuyor. Savcılık, en yaşlısı 70 yaşında olan ve o ilin ‘kalburüstü kesiminden’ insanların da bulunduğu bu tecavüz olayında, okulun Müdür Yardımcısı ve bazı erkek öğretmenlerin de bulunduğu tespit ediliyor.
Bu alçakça işlenen olayı köşesine taşıyan Sedat Ergin, küçük bir kentte kız çocuklarına tecavüz olgusunun nasıl yaygın bir suç kalıbına dönüştüğünü ve bu büyük utanca nasıl yüz kızartıcı bir suskunlukla göz yumulduğunu anlatan son derece rahatsız edici bir dosyayı dikkatimize getiriyor.
Tecavüze uğrayan ilk gruptaki H.T. ile S.T. babaları hamallık yapan 7 çocuklu çok fakir bir ailenin çocuklarıdır. Ve bu iki kız öğrencinin 3 ile 5 Lira arasında değişen para ile çikolata ya da çubuk kraker karşılığında kendilerinden yaşça çok büyük insanlarla birlikte oldukları anlaşılıyor.
Düşündürücü olan, küçük kızları hedef alan tecavüzün, başlaması ve duyulmasıyla birlikte çevreyi de içine alacak şekilde genişleme, yayılma eğilimi göstermesidir.
SUSKUNLUK DA SUÇ DEĞİL Mİ?
Dosya, pek çok soru işaretini karşımızda asılı tutuyor.
Siirt’te bu olayın önemli tespitlerinden biri de olayın geçtiği ilköğretim okulundaki çocukların hepsinin tecavüz olayını konu Savcılığa intikal etmeden önce biliyor olmasıdır.
Burada bütün çocukların dilinde olan bir konunun okul yönetimi tarafından fark edilmemiş olması düşündürücüdür. Keza mağdurların devam ettiği okulun karakolun hemen karşısında olması gibi…
Son tahlilde bütün bunlar idari ve cezai soruşturmaların konusudur. Bir de meselenin soruşturamayacağınız, hukuk sisteminde, yazılı yasalarda karşılığı olmayan, yaptırıma bağlanmamış yönleri var.
İlkokul öğrencisi kızları hedef alan bu ölçüde yaygın bir tecavüz şebekesinin varlığının çevre tarafından bilindiği halde, zımnen onay görmesi işte böyle bir durum.
Bilenlerin bir bölümü durumdan yararlanmaya kalkmakta, bilip de yararlanma yoluna gitmeyenler ise durdurmak için hiçbir şey yapmayıp kayıtsızlık içinde olanları seyretmektedir. Belki rahatsızlar, belki de değiller…
Buradaki suskunluk da suç ortaklığı değil midir? Bir tecavüz olayının bu kadar yayılabilmiş olması ve kabul görmüş olması kötülüğün kuşatması dışında başka nasıl adlandırılabilir?
ZİLLER KİMİN İÇİN ÇALACAK?
Eğer ‘Alarm zilleriniz çalıyorsa…’ bu şen’i (çok kötü) olayın elbette birtakım suçlularının bulunduğu da ortadadır. Bu olaya alet olanların yanı sıra;
Meclis’te büyük çoğunluğuyla ve sekiz yıldır iktidar da bulunan;
Öğretmen olarak atadığı ve okullarda idarecilik yaptırdığı halde onların sadece mesleki ve idari bilgilerini yoklayan, fakat ne öğretmen atamalarında ve ne de idarecilik atalarında ahlâki yapılarını araştırmayan,
Okullarda okutulan ders kitaplarında hâlâ edep ve ahlaka ait ciddi bölümler bulundurmayan, 7 yaşında elimizden aldığı çocuklarımıza edep, ahlak ve maneviyat ile milli değerlerimizi öğretmeyen Milli Eğitim Bakanlığı mutlaka sorgulanmalıdır.
Hâlâ ‘din ve vicdan özgürlüğü önündeki engelleri kaldırarak’ çocuklarımızın Kur’an kurslarına 15 yaşından önce gitmesini sağlayamayan,
‘Temel insan haklarından olan eğitim ve öğrenim hürriyetini’ içinde İmam Hatip Liseleri’nin ve tüm üniversitelerde kız öğrencilerin inançları gereği taktıkları başörtülerini çıkarmadan öğrenim yapabilmelerini sağlayamayan;
AB uyum yasaları diyerek kanunlarımızdan zina suçunun cezalarını sildiren;
Ekonomide ‘faizci soygun düzeninin devamı’ için canla başla çalışan (2010 yılı bütçesinde faiz ödemesi 60 Katrilyon Lira) ama memur, işçi, esnaf, emekli, dar gelirli 70 milyon insanımızı fakirlik, işsizlik ve açlık içerisinde inim inim inleten…
Televizyonların ve gazetelerin ahlaksızlık yayınlarına dur diyemeyen yukarıda anlatılan (daha niceleri) çocuklarımızın ahlaksızlık yangınında yanmasına seyirci kalan;
Fakirlik ve yoksulluk ve ahlak zafiyeti sebebiyle insanımızın hırsızlık, dolandırıcılık, kap-kaç gibi kötü yollara düşmesine sebep olan bu günkü iktidar sorgulanmalıdır.
Meclis’te milletin dertlerini gündeme getireceklerine ‘horoz dövüşünü’ tercih ederek ‘parsa devşirmeye’ çalışan muhalefet partileri mutlaka sorgulanmalıdır.
Ve ABD veya AB’nin işbirlikçisi olmayacak, milletimize ve onun değerlerine sahip çıkacak ‘Milli değerlerimize bağlı’ bir siyasi partiyi nasıl iktidar yapabiliriz konusu mutlaka gündeme getirilmeli ve gereği yapılmalıdır.
Aslında, ‘Fırat kenarında bir kurt aşırsa bir koyunu, gelir de adl-i ilahi sorar Ömer’den onu…’ diyen sorumluk sahibi idarecilere ne kadar çok ihtiyacımız var.
‘Alarm zilleri çalmayanlar veya ziller çaldığı halde ona kulaklarını tıkayanlar…’ Size söyleyecek bir şeyimiz yok. Sadece; “Allah, size feraset ve hidayet versin” demekten başka…
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.