DOLAR

38,0243$% 3.58

EURO

41,5764% 3.34

STERLİN

49,4495£% 3.55

GRAM ALTIN

3.710,83%3,67

ÇEYREK ALTIN

5.999,00%2,75

BİST100

9.918,96%-8,18

BİTCOİN

3184070฿%5.48549

İmsak Vakti a 02:00
Giresun KAR YAĞIŞLI -9°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
X
Nevzat Laleli

Nevzat Laleli

13 Mart 2025 Perşembe

    Evlenmede Mutluluk

    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Bir insanın başına evlilik olayı, hayatında ya bir kere veya iki kere gelir. Nadiren üç veya dört olabilmektedir. Evlendirme çalışmalarının değişik boyutlarda karşınıza çıktığı (görücülük, kız görme, söz kesme, sözlenme, nişanlanma, nikâh ve düğün gibi) görücü usulü evlenmeyi tercih etmeniz belki bir daha yaşayamayacağınız bu mutlu olayı kana kana yaşamanız sağlayacaktır.

    Bu işin ikinci önemli sosyal boyutu; hiçbir insan yoktur ki çok sevdiği bir işi bir veya olayı yakınlarıyla yaşamak için dost ve arkadaşlarının yanında bulunmasını istemesin. Hiçbir güzel iş ve eğlencenin tadı yalnız başına çıkmaz. Hazreti Âdem yaratıldığında Cennetteyken ve bütün ihtiyaçlarını hiçbir zorlukla karşılaşmadan karşılarken, Allah (c.c.) onu yalnızlıktan kurtaracak cennette bir eş yaratmasının hikmeti de bu olsa gerekir.

    Evlenme çalışmaları ve merasimleri yakınlarınız, akraba ve dostlarınızla birlikte yaşanınca, bu olay onlarla olan ilişkilerinizi geliştirecektir. Onların sizin evlenmeniz için yapılacak çalışmalara katılmaları ve evliliğinize şahit olmaları suretiyle akrabalık bağlarının güçlenmesi, hayatın her safhasında eşiniz-dostunuz ve akrabalarınızla dayanışma içinde olmanızı sağlayacaktır. Bu ise fertleri birbirileriyle sıkı ilişkiler içerisinde bulunan güçlü bir toplumun oluşması demektir.

    NİŞAN

    Evlenmenin başı, uygun eş bulma işidir. Ve hemen arkasından, nişan ve nikâh olayları gelmekte ve evlenecek çiftin mutluluğuna adım adım gidilmektedir. Nişan; en yakın çevreden başlayarak dalga dalga cemiyetin büyük bir kısmının, evlenme kararı alan ‘çiftlerin birbirlerine ait olduğunun’ bilinmesi, ne delikanlıya ve ne de kıza başka birisinin talip olmamasını temin eder. Nişanlı çiftler bu devrede birbirlerini daha yakından tanıma imkânı bulurlar.

    Nişan, Anadolu’da erkek ve kızın kendi arkadaşlarıyla ayrı ayrı eğlenceler tertipleyerek kutlanmasıdır. Bu arada damat adayının arkadaşları damat beye, gelin adayının arkadaşları da gelin hanıma birer yüzük takarak nişanı belirlemiş olurlar. Bu arada gelin adayının eline kına yakılır. Bu noktadan nikâh bölümüne kadar geçen zamana “nişanlılık devresi” denir. Yine adet ve örflerimiz bu devrenin mümkün mertebe kısa tutulmasını ve nikâhın kıyılarak eşlerin bir an önce birbirlerine kavuşmalarının uygun olacağını söyler.

    Bu devrede oğlan ve kız tarafı, kurulacak yeni yuvanın eşyalarını ve bu eşyaların hangi tarafın ne kadarını yapacaklarını tespit ederek bu eşyaların temin edilmesine çalışır. Kısa da olsa bir nişanlılık devresinin yaşanması tarafların ev eşyalarının temin için gerekecek zamanı kazanmalarını sağlayacaktır.

    İbni Ömer’in rivayet ettiği hadis-i şerif de peygamberimiz; “Oğullarınızı ve kızlarınızı evlendirin. Kızları altın ve gümüşle süsleyin, elbiseleri güzel olsun. Ve kendilerine rağbet edilmesi için de onlara güzel hediyelerle ihsanda bulunun.” buyurmaktadır.

    NİKÂH

    Nikâh; evlilik akdidir. Erkek ve kız, şahitlerin ve misafirlerin huzurunda kendi serbest iradeleriyle birbirlerini karı ve koca olarak kabul ettiklerin beyan ederler. Böylece, ‘kadın erkeğin, erkek de kadının helâli olurlar’ ve ilişkileri meşrulaşır ve evlilik kutsallaşır.

    Nikâh’ın gününü kız tarafı belirler ve oğlan tarafı nikâhın kıyılmasından sonra gelini evine getirebileceği gibi, düğün için özel ve yemekli bir merasim hazırlanarak bu sefer daha geniş bir davetlinin iştirakleriyle yapılan bu evlenmede tebrikler kabul edilir.

    Verilen bu düğün yemeğine, ‘Velime yemeği’ denmektedir. Her iki tarafın yakınları damat ve gelin için takı ve hediyelerini verirler. Bu takı ve hediyeler bazen o kadar çok olur ki, yeni evliler bu takı ve hediyeleri satarak, açacakları bir işyeri için sermaye olarak kullanabilirler. Böylece evlenerek yeni kurulan bir yuva, yeni çiftin yakınları tarafından manen ve maddeten desteklenmiş olmaktadır.

    Bu konuda ki hadis-i şerif’te ise; “Nikâh’ın efdali (iyisi), külfeti az olanıdır” buyrulmaktadır.

    Zamanımızda nişan ve nikâh merasimleri maalesef çığırından çıkartılmıştır. Yapılan nişan ve nikâh törenlerinde erkek ve kadınlar birbirlerine karışmakta, içkiler içilmekte, dansözler oynatılmakta, dansözlere paralar saçılmakta, silahlar patlatılmakta, nişan ve nikâh gibi kutsal olaylar, adet, örf, görenek gibi kelimeler öne sürülerek yozlaştırılmaktadır.

    ZİFAF

    Nikâh’ı takip eden olay, hiç şüphesiz ‘zifaf’tır. Yani damat ile gelinin artık birbirleri ile baş başa kalması ve erkekle kadının birbirlerine en yakın olmalarıdır.

    Eğer zifafa giren gelin ve damat iki rekât şükür namazı kılar ve Allah’tan kendilerine hayırlı evlat vermeleri ile başka dileklerde bulunurlarsa, “Allah, zifafa giren bu iki insanın duasını geri çevirmez” buyrulmuştur.

    Evliliğin ilk birkaç ayı ‘balayı’ olarak değerlendirilir. Yeni evlilerin bu aylarda yalnız kalma istekleri de doğaldır. Gençler bu isteklerini, mümkün mertebe kendilerini güvende hissedecekleri yerleri tercih etmelidirler.

    Balayının, bir ömür devam etmesi de mümkündür.

    Evlenen iki insan birbirinin hata ve kusurlarına anlayışla yaklaşmalıdır. Zira ayrı ailelerin görgü kurallarına göre yetişmiş, ayrı kültürlerdeki iki insan, evlendikten sonra bu kuralları birleştirecek ve aynı çatı altında tek kural olarak uygulayacaklardır. Anlaşmazlıkların bulunduğu noktalar tespit edilerek bunlar kendine güvenilen bir âlimle görüşülür ve uygun olanı ortaya konur. Görüş ve hareketinin yanlış olduğunu gören isterse koca olsun, artık yanlış görüş ve davranışta ısrar etmemelidir.

    Bu gün; “Ben erkeğim. Ben dersem o olacak” gibi baskıcı bir anlayışın hala var olduğunu görüyor, üzülüyoruz. Haklı olan kimse onun dediği olacaktır. İşte o zaman, ‘bir yastıkta 40 yıl’ olayının söz konusu evlilikte de gerçekleştiğini görecek, bir mutlu aile örneği daha gösterilecektir.

    Devamını Oku

    Hak ve Batıl Çatışması (2)

    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Bu arada Teodor Herzel adındaki bir Yahudi, arkasına aldığı dünya Yahudileri adına Sultan Abdülhamid’in karşısına çıkarak; “Filistin’de bize bir miktar arazi satın. Ruslarla harp halindeyken sizin Avrupa’ya olan borçlarınızı ödeyelim” teklifini yaptı. Ancak Abdülhamid; “İstediğiniz topraklar milletimindir ve kanla alınmıştır. Ben onları para ile satamam” diyerek Yahudi’yi huzurundan kovdu.

    Bunlar boş durmadılar, Harekât Ordusu’nu hazırlayıp İstanbul’a yürüyerek Payitahtı sıkıştırdılar, İttihat ve Terakki Fırkasını kurarak Osmanlı Mebusan Meclisi’ne girdiler. Hristiyanları kışkırtarak onlara hazırlattıkları Haçlı orduları ile 19 büyük sefer yaptırdılar. Osmanlı’yı yok etmek için hamle üzerine hamle yaptılar. Neticede Sultan Abdülhamid’i tahtından indirdiler, Sultan Vahdettin’i de beş parasız Avrupa’ya sürdüler.

    Batılın merkezi olan Yahudi inancına göre Yahudi’nin Yehova (Yahudi’nin Allah’ı) nezdinde kıymetli bir yeri vardır. Onlar Yehova’nın seçkin kullarıdır. Müslümanlar başta olmak üzere bütün insanlık ya Yahudi’ye köle olacak ya da çoluk çocuk, kadın erkek, genç ihtiyar demeden öldürüleceklerdir. Bugün (2025) bu yanlış ve batıl inancın tezahürlerini Filistin’de ve Gazze’de açıkça görmekteyiz.

    Yahudiler, bu inanış ve yanlış hareketleriyle kötülüklerin merkezi haline geldiler. Kurdukları gizli ve açık sistemlerle, ellerine geçirdikleri para ve insan gücüyle başta ABD olmak üzere bütün insanlığı ellerinde oynatmaya başladılar.

    HAK VE BATILIN MERKEZLERİ

    Yukarıda anlattığım olaylar da göstermektedir ki batılın ve bütün kötülüklerin merkezi İsrail’dir. Peki, Hakk’ın merkezi neresidir, hiç düşündünüz mü?

    Hakk’ın merkezi de mi var demeyin? Merkezi olmayan hiçbir hareket başarıya ulaşamaz ve insanlığa yön veremez.

    Bugün İslam ülkelerinin hemen hepsinin idarecileri işbirlikçilerdir. Yani açık ve gizli batılın merkeziyle veya ikinci derecedeki merkeziyle (ABD gibi) irtibat halindedirler.

    Hakk’ın merkezini bulmak için onun iktidarda olması gerekmeyebilir. Hele demokrasi ile yönetildiğini söylenen, iktidarı oy ile belirleyen insanların medya ile yönlendirildiği ülkelerde o ülkenin iktidarını belirlemek de batılların elindeyse hakkı iktidar olmayan siyasiler arasında aramak lazımdır.

    Milli Görüş’ün koalisyonla da olsa iktidar ortağı olduğu, Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın da Başbakan Yardımcısı olduğu 1974 – 75 – 76 yılları… CHP – MSP, AP – MHP – MSP (1) ve AP – MHP – MSP (2) ile Erbakan’ın Başbakan olduğu RP ve Doğru Yol hükümetinin kurulduğu 1996 yıllarında yapılan çalışmalara bir göz atacak olursak;

    Manevi sahada (İmam Hatip Okulları’nın 30’dan 300’e çıkması, İHO mezunlarına üniversitelere girme hakkının verilmesi, Yüksek İslam Enstitüleri’ne İlahiyat Fakültesi sıfatının verilmesi, yurt dışında okumuş gençlerin diplomalarının tanınması, 3.000 yeni Kur’an kursunun açılması, Ahlak derslerinin ilk okuldan itibaren bütün okullarda okutulması, ahlaki kalkınmanın 5 yıllık kalkınma planlarına girmesi ve devletin bu kalkınmayı takip etmesi gibi.)

    Maddi sahada (Özellikle ülkemizin bir uçtan öbür uca 325 ağıp sanayi fabrikalarıyla donatılması, DESİYAP adıyla ilk faizsiz bankanın kurulması, havuz sisteminin kurulması, denk bütçenin hazırlanması, işçi ve memur ücretleri ile emekli aylıklarının % 300 artırılması gibi) çalışmaları yapmıştır.

    Dış politikada Kıbrıs Barış harekâtını yapması ve bu harekâtı zaferle sonuçlandırması, 8 Müslüman ülkeyi bir araya getirerek D8’i kurması gibi dev çalışmalar bulunmaktadır.

    Özet olarak ülkesini ve milletini kalkındırmak için Ağır Sanayiyi kuranlar Hakk’ın yolunda, bu fabrikaları yıkanlar ve satanlar ise batılla kol kola gezenler oldukları açıktır.

    Devamını Oku

    Hak ve Batıl Çatışması (1)

    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Ülkemizde ağır sanayi konusunu ilk dillendiren sonra da eline biraz imkân geçince hemen bunları gerçekleştirmeye çalışan Prof. Dr. Necmettin Erbakan ve onun savunduğu Milli Görüş fikirleri olmuştur. Erbakan Hocamız da biliyordu ki Milli Görüş olmadan ne fert ve de ne de devlet de hiçbir şey yapılamazdı. Nitekim bugün yapılamadığı ve hatta mevcutların özelleştirme adıyla yabancılara satıldığı gibi.

    Bir tarafta yapanlar diğer tarafta satanlar birbirleri ile önce fikri sonra siyasi arenada bedeni olarak çatışıyorlardı. Bu çatışmanın temelinde ise hak ve batıl mücadelesi vardı.

    Hak ve batıl kapışmasını bilmeden, ülkemizde ağır sanayii kuracak mıyız, yoksa kurulmuş bunan ağır sanayi satarak ellere (yabancılara) muhtaç mı olacağız? Bütün ihtiyaçlarımızı ithal mi edeceğiz? Sorularına cevap veremeyiz.

    Allah (c.c.) dünyayı kurarken onu bir mücadele ortamı şeklinde kurdu. Bu çatışma ortamında bize, hak ve batılı tanıtarak bizi serbest bıraktı. Öyle ya bir imtihan ortamındaydık. Allah’ın emirlerini tutarak hak adına mı hareket edecektik yoksa nefsimize uyarak batıl adına mı?

    Söylediklerimizi, yaptıklarımızı ve hatta niyetlerimizi bile kaydeden kameralar sebebiyle bir gün bu yaptıklarımızdan hesaba çekileceğimize inanmaktayız. Eğer hesap günü olmasa bu dünya yaşanılır bir yer olmaktan çıkar, gücü, makamı, parayı, çevrisini başkalarını ezmekte kullanan adamların yaptıkları yanlarına kâr kalırdı.

    İfademizi şöyle de söyleyebiliriz. Hak sahipleri, iyiliklerin bütün dünyaya ve bütün insanlığa yayılması için çalışırlarken, kendi toplumu hariç bütün insanlığın köle veya yok edilmesi için batıla çalışan insanlardan mı olacaktık? 

    İfademi tartarsanız, bir olayın kendi toplumunda tutunması ve onun bütün insanlığa yayılması için devlet olunması gerektiğini söylemeye gerek yoktur.

    HAK VE BATILIN SAHİPLERİ

    Âdem (a.s.)’ın oğulları Habil ve Kabil’le başlayan hak ve batıl mücadelesi zamanımıza kadar geldi, bu mücadele kıyamete kadar da devam edecektir. Hak ve batıl mücadelesi madem bir vakıadır, bu yapıyı değiştirmemiz elimizde değil o halde bu iki ana zihniyetten hangisinde yer almalıyız?

    Batılın merkezi durumunda bulunan Yahudiler, 1492 yılında İspanya Endülüs İslam Devleti baş şehri Granada’nın düşmesi ve Müslüman İspanya Endülüs hâkimiyetinin sona ermesi üzerine Kraliçe İzabel, Müslümanlarla birlikte Yahudileri de İspanya’dan kovması için bir karar çıkardı. Karara göre Yahudiler tüm mal varlıklarını bırakarak İspanya’yı terk edeceklerdi.

    1492’de 200 bin Yahudi İspanya’dan kovuldu ve sürgünden sonra alınan bir kararla Yahudilerin bir daha İspanya’ya girmesi yasaklandı. Böylece Yahudiler hem parasız ve hem de vatansız kalmış oldular.

    Osmanlı Hükümdarı II. Beyazıt, Yahudileri kendi ülkesine kabul ederek onları Selanik’e yerleştirdi. Onlara fikir ve vicdan özgürlüğü ile ekonomik özgürlükler tanıdı.

    Yahudiler, Osmanlı’nın bu alicenaplığına teşekkür edeceklerine içten içe gizli örgütler (mason locaları) kurarak Padişahı devirmeye, Osmanlı’yı yok etmeye ve İslam’ı ortadan kaldırmaya çalıştılar.

    Devamını Oku

    MGV, Zulme İsyanın Adı

    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Asrımızda insanlık, maalesef layık olmadığı bir muameleye maruz bırakılıyor. Dünya idarecileri kurdukları baskıcı, sömürücü, ezici ve ahlaksız düzenleriyle tüm insanlığın gittikçe daha fazla boğazını sıkmakta ve onu nefes dahi alamaz bir duruma getirmektedir. Ahlaksızlık ve sömürü de istatistikî bilgiler, gittikçe daha çok kötüleşmenin yaşanmakta olduğunu açıkça göstermektedirler.

    Büyük halk kalabalıkları geçim derdine düşmüş, insanlar bir robot gibi sabah işine, akşam evine gidip gelmekte, bu yanlış ve ters gidişe dur diyecek mecalleri kalmamış bulunmaktadır.

    Bütün dünya ülkelerinde medya, ‘Irkçı emperyalistlerin’ eline veya kontrolüne geçmiş, onlar gidişatın kötülüğünü göstermek yerine, insanlığa pembe gözlükler takarak ve hayali umutlar pompalayarak halkı uyutmaya devam etmektedirler.

    Ayrıca büyük propagandalarla yüz binlerce insan statlara doldurmakta, milyonlarca insan da televizyon ekranlarında meşgul edilerek, bunların haklı talepleri kendilerine unutturulmakta ve enerjileri buralarda boşaltarak onların nötr hale (mücadele gücü yok edilmekte) gelmesi sağlanmaktadır.

    Hocalarımız, cemanlarımız, sivil toplum kuruluşlarımız vaazlarında ve sohbetlerinde daima ‘Ilımlı İslam Projesi’ni uygulamakta, milletin içine düştüğü sosyal, ekonomik, ahlaki, siyasi ve hukuki durumlarımızdan hiç mi hiç söz etmemektedirler. Halbuki bu konular da İslam’ın konusudur ve Medine’de inen ayetlerle bu konular tanzim edilmiştir.

    Irkçı emperyalistlerin bir ahtapot gibi bütün dünyayı sömürmek için kurdukları kapitalist (liberal) sistemde ki faiz yetmiyormuş gibi, bir de dünya hâkimiyeti sevdası peşinde koşmaktadırlar. Bunun için ilk defa Filistin’de bir devlet kurarak (1948) adını İsrail koyan bu adamlar, yıllar içinde Filistinlileri öldürerek, onlara işkenceler ederek ve evlerini yıkıp yerine kendileri için yeni yerleşim merkezleri kurarak genişlemeye çalışmaktadırlar.

    2000’li yıllarda terörist İsrail’in Gazze’ye bir gece onların tepesine attığı ve çoluk çocuk herkesi öldürmesi baskınını, Gazze yakınındaki bir tepeden çoluk çocuk seyreden İsrailli bir ailenin sevinç çığlıkları atması, hala hatıralarımızda ki tazeliğini muhafaza etmektedir.

    Hedeflerinin ‘Arz-ı mev’ut (vaat edilmiş topraklar)’ olduğunu söyleyen bu Siyonistler, Nil ile Fırat arasını (Erzurum’a kadar olan bölgeler, Irak, Suriye’nin bir kısmı, İran’ının bir kısmı ve Suudi Arabistan’ın bir kısmı) alarak bu ideallerinin gerçekleşeceğine inanmaktadırlar.

    Resmi anlatmak için alt yazıya gerek olmadığı kanaatindeyim.

    İnsanlık, bir sürü gibi medya tarafından güdülürken, bu yanlış ve ters gidişe dur diyebilecek tek canlı ve diri insanların, imanlarından aldıkları aşk ve şevk ile ancak Müslümanlar olabildiği açıkça görülmektedir.

    Ne yazık ki onları da içinden avlayan bu Irkçı emperyalistler, Müslüman ülkelerdeki idarecileri, Müslüman görünümünde ve fakat kendi işbirlikçilerinden seçtirmeyi sağlamakta ve onları da davalarına sahip çıkamaz hale getirmektedir.

    Aslında bunlara ve bunların sömürgeci emellerine karşı çıkmak için Müslüman olmaya da gerek yoktur. İnsan olmak yeterlidir. Nitekim bir İngiliz kızı Filistin de (2000 yılı) İsrail’in Filistinlilerin evlerini buldozerlerle yıkımını önleyebilmek için buldozerin önüne geçmişti de buldozer bu kızı ezerek zalim arzusunu gerçekleştirmişti.

    İşte bu nedenlerle yetiştirmeye çalıştığımız Milli gençlik; ‘Yeryüzünden zülüm kalksın, hak hâkim olsun’ diye bütün gücüyle çalışan insanların özelliğine sahiptir.

    İNANÇ, İNSANI CANLI KILAR

    Müslümanların bir kısmı (ki bu Allah’ın bir lütfudur) bütün bu oyunları, Allah’ın kendisine verdiği feraset ile idrak etmekte ve yine Allah’ın ona bahşettiği ‘Cihad şuuru’ ile kötülükleri ortadan kaldırarak yeryüzünde iyiliklerin ve hakkın yayılmasına çalışmaktadırlar.

    Yazımın burasında dinimizde ki ‘cihad şuuru’ kavramına bir göz atmakta yarar olacaktır. Sadece cihad kelimesini kullanmamaktaki maksadım, Peygamberimizin bir Hadis-i Şerifini yanlış anlayarak ‘nefis terbiyesi ile uğraşmak büyük cihattır’ (aşağıda açıklayacağım) diyerek ‘selamet der kenarest’ mantığına pirim vermemek içindir.

    Cihad; yeryüzünden zulüm kalksın ve hak hâkim olsun diye her sahada yapılan bütün çalışmaların adıdır.

    Daha çok toprağa sahip olmak, daha çok insana hükmetmek, başka ülkelerin yeraltı ve yer üstü servetlerini ele geçirmek veya daha çok şöhrete kavuşmak için cihat yapılmaz. Yaptıkları mücadelelerinde bunları öne çıkaranlar ‘müstevlileri ta kendileridir.’ İslam’ın tarifine göre cihat ancak ‘fi sebillillah (Allah için)” yapılır.

    Hatta bir kademe daha ilerlersek bu uğurda (hakkın hâkim olup, bütün insanlığın kurtuluşu için) ganimet olarak başkalarının malını ve öldürerek onların canını almak değil, ‘bi emvaliküm ve enfisüküm’ hükmü ilahisiyle kendi malını ve canını bu uğurda verebilmeyi baştan kabul etmektir.

    Devamını Oku

    Yahyalı’lı Hasan Efendi

    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Hacı Hasan Efendi 1914 yılında Kayseri’nin Yahyalı İlçesi’nde doğdu. 27 Ocak 1987 tarihinde yine Yahyalı İlçesi’nde ebedi âleme intikal etti.

    Hayattayken ilk ziyaretimizi Erbakan Hocamızla birlikte yapmış, kendisinden büyük izzet ve ikram görmüştük. Kendisi Nakşi tarikat şeyhi idi ve kendisine intisaplı birçok müridi vardı.

    Erbakan Hocamız bir şeyh efendinin yanına girdiğinde selam ve hal hatır kelimeleri dışında hiç konuşmaz sadece dinlerdi. Dakikalarca ortalığı bir sukut havası kaplar, bu manevi havanın teneffüsü bizleri de meftun ederdi. Sözü yine ziyaretine gittiğimiz Şeyh Efendi açar ama o ana kadar sadece kalpler konuşur idi.

    MÜRŞİD-İ KAMİL

    Erbakan Hocamız, saygı duyduğu bu ve benzeri manevi değerleri yüksek insanları anlatırken onlara hoca veya Şeyh demez, Mürşid-i Kamil olarak isimlendirirdi. Mürşid-i Kamil’i anlatırken de onları; “Allah dostu ve halkın yol göstericisi” olarak tanımlar, İslam’ı nefsinde yaşamaya çalışan ve etrafında toparlanan insanların Sırat-ı Müsteğime (doğru yola) gitmesini sağlayan, insanlar olarak gösterirdi.

    Örnek olarak da Sultan Fatih’in yanındaki Ak Şemseddin, Molla Gürani, Molla Hüsrev, Gelenbevi Hazretleri gibi âlim ve Şeyhleri gösterirdi. Sultan Fatih’in İstanbul’u feth-i gecikince; “Gemiler, karadan yüzdürülecek” emrine, yüksek rütbeli subaylar başta olmak üzere birçok asker karşı çıkmış; “Sultan Mehmet delirmiş. Hiç gemiler karadan yüzer miymiş?” demişlerdi. Bu vaziyetteki bir ordunun tekrar kenetlenmesi ve Sultan’ın emirlerinin tutulmasını sağlayanların bu âlimler olduğunu anlatırdı.

    1980 İHTİLALİ VE HOCA EFENDİ

    1980 ihtilalinden sonra özellikle MSP’li tutuklular, çok zor şartlarda hapis yatarken ve mahkeme edilirken, Hasan Efendi yerinde duramaz, hemen her mahkeme duruşmasında Yahyalı’dan Ankara’ya gelerek Erbakan Hoca arkadaşlarına manevi destek olur, onların kurtulması için dualar ederdi.

    Bir duruşmada Hacı Hasan Efendi, Ankara’ya gelerek MSP’lilerin duruşmasında bulunmuş ve onlara bu duruşmadan sonra beraat edilecekler diye müjdeyi vermişti. Netice aynen dediği gibi çıkmış ve MSP’liler o duruşmadan sonra serbest bırakılmışlardı.

    Milli Gençlik Vakfı Genel Başkanı olarak Kayseri ve havalisinde programlar yaptığımızda mutlaka Yahyalı’yı da programa dâhil eder, bir fırsatını bulur Hacı Hasan Efendi’yi ziyaret eder, onun elini öper ve hayır duasını alırdık.

    Onun evinin yanında ‘Kalender Mescidi’ adında bir camisi var. Biz Yahyalı’ya eğer namaz vakti gelince hemen camiye girer ve Hoca Efendi’yi ziyaret ederdik. Ama elinden kurtulmak ne mümkün. “Çorbayı bizim fakirhanede içeceğiz” diyerek bizi evine davet ederdi.

    HOCA EFENDİ’NİN DUASI

    Çorba diye çağırdığı evinde bize mükellef bir sofranın hazırlanmış olduğunu görürdük. Genellikle kendisi; “Gençler, benim şekerim var. Ben sofraya oturamayacağım, size afiyet olsun” der, “Ben sadece şu yaprak sarmasından alacağım” derdi. Arkasından da; “Allah üzüm diye öyle bir meyve yaratmış. Üzümünü yerseniz şekerinizi artırır, yaprağını yerseniz şekerinizi düşürür” derdi.

    Bir ziyaretimiz sonrasında Hoca Efendi’den ayrılırken bize yaptığı dua; “Rast gele… Rast gele… Rast gele…” şeklindeydi. Bunu açıklarken de; “Hak davanın insanlar tarafından kabulü, toplumun Hakk’ın emirleri doğrultusunda yönetilmesi için sizin çalışmalarınızın muvaffak olması lazımdır” derdi.

    27 Ocak 1987 günü Hacı Hasan Efendi’nin vefat haberini Ankara’da aldık. Erbakan Hocamız hemen bütün programlarını iptal ederek Yahyalı’ya hareket etti. MGV Genel Başkanlığı olarak biz de hemen arkasından Yahyalı’ya hareket ettik. Tabii Hocamızın arabasına yetişmemiz mümkün olmadı ama cenaze merasimine Yahyalı’ya yetiştik. Onu ‘Kalender Camisi’nde kendisi için hazırlanmış kabrine defnettik.

    Allah (c.c.) kendisinden razı olsun, ondan sonra yolunu şaşıranlara da basiret, feraset ve hidayet versin. Rahmetlik Hacı Hasan Efendi de yeri doldurulamayan büyük insanlardan biriydi.

    Devamını Oku

    Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.