36,0527$% 0.15
37,2256€% 0.24
44,5915£% 0.09
3.368,30%0,11
5.573,00%0,14
9.812,81%-0,34
3532784฿%0.37328
11 Nisan 2023 Salı
Ölmeden Önce ‘Allah’a Teslim Olmak’ ve Kadir Gecesi
Kentsel Dönüşüm ve Konteyner Evler; Lüks Değil, Mecburiyettir
Toplumsal Sorunlar ve Altyapıları
Bir Varmış Bir Yokmuş Çiftçilere İkramiye Yokmuş
Bir Ağır Hasta Ziyaret Ediyor
Yuva Kurmak Hayırda Yarışmak
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bütün ihtilâfların çözümü Allah’a aittir. Allah hakkı söyler ve o, (kendine ulaştıran) yola hidayet eder.
Allah, her şeyi ilmiyle ve rahmetiyle kaplamıştır. Bu sebeple bizleri de kapladığı için biz nerede isek O’da oradadır. Sizin hanginizin en güzel ameli yapacağını imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. Ve O; Aziz’dir, Gafûr’dur. Gökleri ve yeri 6 günde yaratan O’dur. Sonra arşın üzerine istiva etti. Arza gireni ve ondan çıkanı ve semadan ineni ve orada uruç edeni (yükseleni) bilir. Ve siz nerede iseniz O, sizinle beraberdir. Ve Allah, sizin yaptıklarınızı en iyi görendir, bilendir.
“Her doğan çocuk İslam fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar.” (Buhari, Hadis-i Şerif)
Hayatınızın her saniyesinde ya derecat kaybedersiniz ya da kazanırsınız. Bir insan: “Ben şu anda ibadet etmiyorum, derecat kazanmıyorum ama kimseye de bir kötülüğüm yok. Öyleyse derecat kaybetmiyorum.” diyemez.
2/ BAKARA 20; “Ve Rabbin meleklere: “Muhakkak ki Ben yeryüzünde bir halife kılacağım.” demişti. (Melekler de): “Orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Biz Seni, hamd ile tesbih ve seni takdis ediyoruz.” dediler. (Rabbin de): “Muhakkak ki ben, sizin bilmediklerinizi bilirim.” buyurdu.”
Allah’û Tealâ, Adem (a.s)’ı yeryüzünde halifelik yapmak üzere İndi İlâhi’de yaratmıştır. Adem (a.s) ve Havva Anamız, Allah’ın yasak ettiği bir ağaçtan bir meyveyi yemişler ve edep yerleri onlara ayan olmuş; o zaman utanmışlar, yaptıklarının ne kadar büyük bir hata olduğunu anlamışlar. Kendilerini affetmesi için Allah’a çok yalvarmışlardır. Allah’û Tealâ şeytan tarafından kandırılan Adem (a.s)’ın cennetten kovmuştur.
20/TÂHÂ-123:
“(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.”
Allah’û Tealâ, Adem (a.s)’ı yarattıktan sonra bütün meleklere onun önünde secde etmelerini söylediğinde melekler, secde etmişlerdir. Bütün daha evvel yaratılanlar, Adem (a.s)’a secde etme emrini aldıklarına göre, Allah’ın indinde kâinatın en üstün yaratığı insandır. Herşey insan için yaratılmıştır.
Allah’û Tealâ, Âdem (a.s)’ı da, Havva anamız’ı da onları o duruma düşüren iblisi de birbirine düşman olarak cennetten kovar. Şeytanın en büyük düşmanı insan ve insanın ise şeytandır. Kıyâmete kadar birbirlerine düşman olarak yaşayacaklardır.
Bütün insanlara mutlaka hidayetçiler eliyle hidayet ulaşacaktır. Allah’a ulaşmayı dilemek hidayetin birinci safhasıdır. Ve dileyen kişi dalâletten kurtulmuştur.
13/RA’D-27:
“Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
Burada açık bir şekilde hidayet ve dalâlet kavramları birbirinin zıddı olarak yer almıştır.
Huden, hidayet; hudâye, hidayetçi demektir. tâbî olunan müessese hidayettir. Hidayet, Allah’a teslim olmanın safhalarını gösterir.
Ruhun hidayeti, ruhun teslimi; fizik vücudun hidayeti, fizik vücudun teslimi; nefsin hidayeti, nefsin teslimi; iradenin hidayeti, iradenin teslimidir. Teslimlerle hidayetin safhaları yaşanır. Önce Allah’a ulaşmayı dilemek, sonra mürşide tâbî olmak gerekir. Allahû Tealâ’nın hidayeti getirmesine vesile kıldığı kişi, devrin imamıdır.
45/CÂSİYE-13:
“Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.”
2/ BAKARA 217; “…..De ki: “Onun içinde (o ayda) savaş büyük (günahtır). (Fakat insanları) Allah yolundan saptırmak (alıkoymak) ve O’nu inkâr etmek, (mü’minlere) Mescid-i Haram’ı (yasaklamak) ve onun halkını oradan (Mekke’den sürüp) çıkarmak ise Allah katında daha büyüktür (büyük günahtır). Ve fitne, (adam) öldürmekten de daha büyüktür (bir suç ve günahtır). Eğer onların güçleri yetse (yapabilseler), sizi dîninizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan geri kalmazlar. Sizden kim dîninden dönerse, o taktirde o, kâfir olarak ölür. Bu sebeple işte onlar, amelleri dünyada ve ahirette boşa gitmiş olanlardır. Ve işte onlar, ateş ehlidir. Ve onlar, orada ebediyyen kalacak olanlardır.”
Âyette kan dökecek birisini yaratacaksın, denilmektedir. Hürmetli aylarda savaşmanın büyük günah olduğu Bakara-217’de ifade edilmektedir. Fakat Allah yolundan, hidayetten men etmek ve onu inkâr etmek, kendi halkını Mekke’den sürüp çıkarmak Allah katında daha büyük günahtır. Fitne, adam öldürmekten daha büyük bir suç ve günahtır. Eğer güçleri yetse kâfirlerin dînden döndürünceye kadar mü’minlerle savaşacakları açıklanmaktadır. Her devirde insanları, Allah’ın yolundan men eden ve halkı kendi yurdundan çıkararak hicrete zorlayarak kan dökenler Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerdir.
51/ZARİYAT 56;
“Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.”
Allah: “İnsanları ve cinleri Allah’a kul olsunlar diye yarattım.” buyuruyor. Kul olmak “abd” kelimesiyle, ibadet etmek “abid” kelimesiyle ifade edilir. Zumer-17’de Allah, sahâbenin şeytana kul olmaktan kurtulup Allah’a kul olduğunu ifade ediyor. Sahâbe böylece bu âyetteki emri yerine getirmiştir.
39/ZUMER-17:
“Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!”
5/ MAİDE 48;
“Ve (Ey Muhammed) sana ellerindeki kitapları tasdik edici (doğrulayıcı) ve onu koruyucu olarak bu Kitab’ı hakk ile indirdik. Artık onların aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana Hakk’tan gelenden ayrılıp da onların hevâlarına uyma. Sizden hepiniz için (tek) bir şeriat, ve açık bir yol belirlemiştik. Ve Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Ancak bu sizi, verdikleri ile denemek içindir. O halde hayırlarda yarışın! Sizin hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri, size haber verecek.”
Allah’û Tealâ Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.V)’e hitap ederek; “Bu Kur’ân-ı Kerim’i sana onların ellerindeki kitapları tasdik edici ve koruyucu olarak hak ile indirdik.” buyuruyor. Allah’û Tealâ “Onların aralarında hükmedersen, Allah’ın sana indirdiği ile hükmet ve Allah’ın sana verdiklerinden sakın ayrılma.” buyuruyor. Buradan anlıyoruz ki yahudiler, hristiyanlar ve müslümanlar arasında Allah’ın vazettiği hükümler açısından bir farklılık yok. Allah’û Tealâ, aynı şeyleri emrettiği için yahudilere de hristiyanlara da Kur’ân-ı Kerim’le hakemlik etmesini, hükmetmesini istiyor. “Sakın onların hevalarına uyma.” Allah’û Tealâ aynı şeriati emreden bu 3 şeriat kitabı ile tek şeriati “Sizin hepinize tek bir şeriat ve açık kesin bir yol belirledik.” buyuruyor.
Şeriat de, yol da Allah’a teslim olmanın esaslarını içerir. Allah’û Tealâ, zaman içinde oluşacak olan farklılıklara işaret ederek; “Dileseydik sizi tek bir ümmet yapardık.” buyuruyor. Yani zaman içinde farklılaşmalara müsaade etmezdi. “Ancak bu sizi denemek içindir. Hayırlarda yarışın.” buyuruyor ve müşterek özelliği hemen veriyor. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Yani hepiniz size indirilen bütün kitaplarda “Allah’a ruhunuzu teslim etmekle emr olundunuz.” mânâsı çıkıyor burada. Zaman içinde oluşmuş farklılıkları da Allah’û Tealâ dile getiriyor ve diyor ki: “Ayrılığa düştüğünüz şeyleri Allah size haber verecek.” yani Allah’û Tealâ aslında aynı şeyleri indiriyor ama insanlar ayrılığa düşüyorlar.
34/ SEBE 20; “Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.”
Bu âyet-i kerime bize açık bir şekilde, Rûm Suresinin 31 ve 32. âyetlerini hatırlatıyor:
30/RÛM-31:
“O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O’na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.”
30/RÛM-32:
“(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.”
Sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler bir tek fırka, mü’minler fırkasını oluşturuyor. Geriye kalan bütün diğer fırkalar, şeytana kul olmuşlar. Fırkalara ayrılanlar; şirkte olanlardır.
57/ HADİD 4;
“Gökleri ve yeri 6 günde yaratan O’dur. Sonra arşın üzerine istiva etti. Arza gireni ve ondan çıkanı ve semadan ineni ve orada uruç edeni (yükseleni) bilir. Ve siz nerede iseniz O, sizinle beraberdir. Ve Allah, sizin yaptıklarınızı en iyi görendir.”
67/ MÜLK 2 “Sizin hanginizin en güzel ameli yapacağını” imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. Ve O; Aziz’dir, Gafûr’dur.”
Hayat bir imtihanlar dizisidir. Allah için yaşamak, başkaları için yaşamanın diğer adıdır. Kim kendisini, zamanını ve herşeyini başkalarının mutluluğuna adarsa, o Allah için yaşayan kişidir. En güzel amel, hayatta iken gerçekleşebilir. Allah bunun için hayatı ve ölümü yaratmıştır.
ENFAL 24; “Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler), Allah ve Resûl’ü sizi, size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman (davete) icabet edin! Ve Allah’ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve muhakkak sizin O’na haşrolunacağınızı bilin! (Hepinizin ruhu Allah’ta toplanacak ve Allah, ruhlarınıza meab olacak.)”
Allah’û Tealâ, burada küfürden îmâna döndürülenlerin, kâfirken mü’min olanların, yeni hayatlarının bünyesini açıklamıştır. Onlar artık kâfirlerin değil, mü’minlerin yaşadığı farklı bir hayatı yaşarlar. Değişen yeni hayatta ruh, Allah’ın Zat’ına ulaşır, Allah’ta haşrolur. Yani ölmeden evvel ölmüş olursunuz.
“Dünya barışının altın anahtarı bir kalbi dilektir.” ABDULCABBAR BORAN
Ruh mutlaka Allah’a ulaşacaktır ve öldükten sonra değil, ölmeden evvel ulaşmalıdır. O zaman da Allah’a ulaşacaktır ama siz ölmemiş olacaksınız. İşte bu yeni hayat, irşad hayatıdır. Ölü iken dirildiğiniz yeni bir hayat… Gözleriniz vardı, üzerinde hicab-ı mesture olduğu için görmüyordunuz sadece bakıyordunuz. Kulaklarınız vardı, üzerinde vakra olduğu için irşad makamının sözlerini işitmiyordunuz. Kalbinizde ekinnet vardı, idrak etmiyordunuz. Hem gözleriniz hem kulaklarınız hem kalbiniz ölü idi. Mezardaki ölüler gibi idiniz. Ama şimdi Allah’û Tealâ sizi hayata davet etti. Ve sizinle kalbiniz arasına girdiğini, kalbinizin bir ayna olduğunu, Allah’ın her zaman o aynada görülebileceğini ifade ediyor, Allah’û Tealâ.
51/ZARİYAT 49;
“Ve Biz, herşeyden (zıttıyla kaim kılarak) çift yarattık. Umulur ki böylece siz tezekkür edersiniz.”
Allah herşeyi zıddı ile kaim kılarak çift yarattığını beyan ediyor. Bunu insanların tezekkür edebilmesi, düşünüp mukayese ederek ve sonuçları değerlendirerek gerçeklere ulaşabilmeleri için yaptığını söylüyor, Yüce Rabbimiz.
Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz, Hadîs-i Şerifinde şöyle buyuruyor:
“NE MUTLU O İNSANA Kİ; KENDİ GÜNAHLARIYLA MEŞGULİYETİ, BAŞKALARININ GÜNAHLARIYLA MEŞGUL OLMAKTAN KENDİSİNİ MEN ETSİN.”
5/ MAİDE 105;
“Ey âmenû olanlar! Nefsleriniz, üzerinizedir (nefsinizin sorumluluğu üzerinize borçtur). Siz hidayette iseniz, dalâletteki bir kimse size bir zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecek.”
Âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler) nefsleriniz üzerinizedir. Nefsi tezkiye etmek yani temizlemek, arıtmak, Allah’a teslim etmek üzerinize borçtur. Hidayette iseniz dalâlettekiler size bir zarar veremezler. İnsan dünya hayatında Allah’a ulaşmayı dilediği an hidayette olmaya başlar. Nahl-99’a göre Allah’a ulaşmayı dileyenlere şeytanın bir sultanlığı yoktur.
16/NAHL-99:
“Çünkü onun, âmenû olanlar ve Rab’lerine tevekkül edenler üzerinde bir sultanlığı (yaptırım gücü) yoktur.”
Nefsinin sorumluluğu üzerine olan bir insanın yapması lâzımgelen şey nefs tezkiyesi ve tasfiyesidir. Nefsi yarı yarıya temizlemek, afetlerinden yarı yarıya kurtarmak “nefs tezkiyesi” adını alır. Tamamlamak ve nefsini Allah’a teslim etmek ise nefs tasfiyesidir. Sorumluluğun giderilmesi nefsin Allah’a teslimi ile yani nefsi hidayete erdirmekle mümkündür. Nefsin hidayette olmaya başladığı nokta ise mürşide tâbî olunan noktadır. Çünkü bu noktadan itibaren nefs tezkiyesine başlanır. Nefsi tezkiye edebilmek ancak bu noktadan sonra mümkün olur.
Allah’û Tealâ burada nefsin hidayet üzere olmasını mürşide ulaştıktan sonra nefs tezkiyesine başlamak olarak adlandırmış. Mâide Suresi 105. âyet-i kerimesi, dalâlette olanların yani büyü yapanların, hüddam yapanların, bütün negatif sistemleri uygulayanların, şeytanla işbirliği yapanların, hidayette olanlara bir zarar veremeyeceğini ifade ediyor. Bakara Suresi’nin 102. âyet-i kerimesine göre Allah müsaade etmezse, şeytanın büyüsü ve sihri ve diğer zarar verici zülmanî ilimleri insana bir zarar veremez.
Kişi mürşidine ulaşarak, önünde tövbe ettiği zaman eğer Allah’a ulaşmayı dileyen biriyse aynı anda devrin imamının ruhu başımızın üzerine gelir ve yerleşir. O bir muhafızdır, koruyucudur, Kaf Suresinin 32. âyet-i kerimesine göre. İşte bu koruyucu muhafız sebebiyle şeytanın zülmanî ilimlerinin bir zarar vermesi artık hiçbir zaman, hiçbir şekilde mümkün değildir.
50/KAF-32:
“İşte size vaadolunan şey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah’a ulaşarak sığınmış), ve hafîz olanlar (başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış olanlar) için.”
11/ HUD 7;
“Hanginiz en güzel ameli yapacak?” diye sizi imtihan etmek için 6 günde (6 yevmde) semaları ve yeryüzünü yaratan O’dur. Ve O’nun arşı su üzerinde idi. Eğer sen: “Muhakkak ki siz, ölümden sonra beas edileceksiniz (diriltileceksiniz).” dersen, kâfir olan(inkâr eden, örten) kimseler mutlaka (şöyle) derler: “Bu ancak apaçık bir sihirdir.”
72/ CİNN 16;
“Ve eğer onlar, tarikat üzere olarak (Allah’a) yönelselerdi, onları mutlaka bol su (rahmet) ile sulardık (bol bol rahmet ulaştırırdık) ki.”
Sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler Allah’ın göstereceği mürşidlerine ulaşır ve tâbî olurlar. Bu tâbiiyet ruhun vücuttan ayrılmasını ve devrin imamının ana dergâhına ulaşmasını sağlar. Allah’a ulaşmayı dilemeyenler hangi mürşide tâbî olurlarsa olsunlar, ruhları vücutlarından ayrılmaz ve tarikat üzerinde yani Allah’a ulaştıracak yollar üzerinde olamazlar. Her dergahtan devrin imamının dergâhına yani Allah’a ulaştıracak dergâha mutlaka yol vardır. Ana dergâha ulaşanlar artık Sıratı Mustakîm üzerinde olanlardır. Onlar zikir yaptıkları zaman Allah’tan rahmet, fazl ve salâvât nurları kalplerine ulaşır.
18/ “KEHF 46;
“Mal ve çocuklar dünya hayatının ziynetidir (süsüdür). Bâki (kalıcı) olan salih ameller (nefsi ıslâh edici ameller), sevap olarak ve emel (ümit) olarak, Rabbinin katında daha hayırlıdır.”
SALİH AMELLER (AMİLÜSSALİHAT) NEDİR? NEFSİ İSLÂH EDİCİ AMELLERDİR.
“Salih”, “salâh” ve “ıslâh” kelimeleri aynı kökten gelir. Kişi hayata getirildiği zaman nefsinin kalbi %100 afetlerle; ruhunun kalbi ise %100 hasletlerle doludur. Allahû Tealâ, böyle bir denge unsuru husule getirmiştir. Nefsin kalbi, sadece afetlerden oluştuğu için Allah’ın bütün emirlerine karşı çıkar.
Burada iki tane talep var:
1. Allah’ın yasak ettiği fiillerin işlenmesi.
2. Allah’ın emrettiği fiillerin asla işlenmemesi.
Ruh, Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmek isteyen, yasak ettiği hiçbir fiili asla işlemek istemeyen hasletlerle dolu olduğu halde nefs afetlerle doludur. İnsanların mutsuzluğunun arkasında bu vardır. Ve insanlar mutsuz… Çünkü nefsle ruh devamlı kavga halindedir ve insanların iç dünyasında bir diyalektik kavga sürer gider. Nefsin ve ruhun orduları arasındaki savaş devam ettiği sürece de kişiler iç dünyalarında hep huzursuzdur.
İnsanların dış dünyalarında da kavga ve çatışma vardır. Kişi, nefsinde afetler olduğu için başkalarına kötü davranır; onların kalbini kırar ve devamlı o insanlarla kendisi arasında çekişme vardır. Bu da kişiyi huzursuz yapar.
İnsanların, Allah ile olan ilişkilerinde de huzursuzluk vardır. Çünkü kişi o seviyedeyken Allah’ın emirlerini yerine getirmez, yasak ettiği fiilleri de işler. Ve neden sıkıldığını da bir türlü anlayamaz.
İşte böyle bir dizaynda söz konusu olan şey mutsuzluktur. Ama kişi, ne zaman nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparsa, tasfiyeye ulaştığı zaman nefsinin kalbindeki bütün afetler yok olmuştur. O zaman iç dünyasında sulh ve sukûn oluşur. Çünkü nefsiyle ruhu arasındaki kavga bitmiştir. Dış dünyasında da sulh ve sukûn oluşur. Çünkü artık hiçbir zaman başka insanların kalbini kırmaz, onlara kötü davranmaz, onlarla arasında bir kavga oluşmaz. Kişi başta Allah’ın emirlerini yapmadığı ve yasaklarını işlediği için huzursuzdu. Artık Allah’ın bütün emirlerini yerine getirip yasaklarını da işlememektedir. Ve huzur içindedir.
Bu standartlar içinde nefsi ıslâh edici ameller, kişiyi mutluluğa ulaştırmıştır. Devamlı bir dünya saadetine ulaşmanın başka bir yolu yoktur. Mutlaka ıslâh-ı nefs edilecek, nefsteki afetler yok edilecektir. Bu ise daimî zikirde mümkündür. Kişinin zikri arttıkça nefsinin kalbindeki afetler de adım adım azalacak ve neticede daimî zikirle yok olacaktır. Salih ameller de nefsi ıslâh edici amellerdir. Kişi, nefsini ıslâh ettiği (tezkiye olduğu) zaman dünya saadetinin yarısını aşacağına; tasfiye olduğu zamansa dünya saadetinin bütününe ulaşacağına inanırsa o zaman bu emel, o kişiyi dünya ve cennet saadetini mutlaka yaşayacağı standarda ulaştıracaktır.
4/ NİSA 66;
“Ve eğer onlara: “Nefslerinizi öldürün.” veya “Yurtlarınızdan çıkın.” diye yazsaydık (farz kılsaydık) muhakkak ki, onlardan pek azı hariç, bunu yapmazlardı. Ve eğer onlar, kendilerine öğütleneni yapsalardı mutlaka bu kendileri için daha hayırlı ve sebatı bakımından (îmânları) daha sağlam olurdu.”
42/ ŞURA 30; “Size bir musîbet isabet ettiği zaman işte o, ellerinizin kazandığı (yaptıklarınız) sebebiyledir. (Musîbetlerin) çoğunu affeder (gerçekleştirmez).”
Bir musîbetin isabet etmesi halinde, insanların iki türlü davranış biçimi oluşur:
1. İnsanlar, musîbetlere sabredemezler, isyan ederler.
2. Kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman derler ki.
2/BAKARA-156:
“Onlar ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O’na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O’na döneceğiz (ulaşacağız).” derler.”.
Hidayete erenler; kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman bunu bir hayır telâkki edenler, bu musîbeti Allah’a dönmek için vesile sayanlardır. Onlar ruhlarını Allah’a ulaştıracakları için Allah’ın üçüncü kat cennetine girecek olanlardır.
3/ ALİ İMRAN 73;
“Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah’a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz’in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm’dir (en iyi bilendir).”
Size verilenin bir benzeri yani sizin peygamberinize nasıl Tevrat verilmişse ey yahudiler, sizin peygamberinize nasıl İncil verilmişse ey hristiyanlar, bu devrin peygamberine de Kur’ân-ı Kerim verilmiştir.
Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onu işitir, bilir ve görür. Kişinin üzerinde Rahman esmasıyla tecelliye başlar, 12 ihsan verip, onu mutlaka mürşidine ulaştırır. Kişi nefs tezkiyesine başlar. İşte o zaman Allah o kişinin zikir yapması sebebiyle ona salâvâtla fazlını göndermeye başlar. Öyleyse fazl Allah’ın elindedir. Çünkü herkese vermez. Sadece Rahîm esmasını kullandığı insanlar için geçerlidir.
Öyleyse bu sonuca dikkatle bakın. Burada Allah’û Tealâ’nın bir güzelliği var. Rahmeti ve fazlı bir ayrı dizayn içinde Allah’û Tealâ işaret ediyor. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah ona Rahman esmasıyla tecelliye başlıyor. Kişi mürşidine ulaştıktan sonra, Allah’ın elinde olan fazl artık o kişiye verilmeye başlanmıştır. Bir kişi Allah’a ulaşmayı dilememişse fazlın onun iç dünyasında hiçbir faydası olmaz, çünkü fazl o kişinin içine hiçbir şekilde giremez. Kişinin göğsünden kalbine yol açılmamıştır. Birincisi kişinin kalbi mühürlüdür. İkincisi o kişi sabahtan akşama kadar 24 saat zikir yapsa, kalbine bir damla nur girmesi mümkün değildir. Allah’ın elinde olan fazl kişiye gönderilmez, çünkü o kişi ona ehil değildir.
6/ EN’AM 164;
“O herşeyin Rabbi iken, Allah’tan başka Rab mı isteyeyim?” de. Bütün nefsler, kendisine ait olandan başkasını kazanmaz. Ve bir günahkâr, başkasının günahını (yükünü) taşımaz. Sonra dönüşünüz Rabbinizedir. O zaman, hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeyleri size haber verecek.”
Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.V) putperestlerle, kâfirlerle devamlı mücâdele halindedir. Onlar, nasıl Allah’tan başka bir şeyleri kendilerine Rab ediniyorlarsa, put ediniyorlarsa, Allah’û Tealâ da Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.V)’in: “Ben de sizin gibi Allah’tan başka put mu arayayım? O Allah, herşeyin Rabbi iken Allah’tan başka Rab mı edineyim? O sizin de Rabbiniz benim de Rabbim ve Allah’tan başka ilâh yoktur, başka bir tanrı söz konusu değildir. Benim de sizin yaptığınız hatalara düşmemi mi istiyorsunuz?” demesini söylüyor.
Hayatınızın her saniyesinde ya derecat kaybedersiniz ya da kazanırsınız. Bir insan: “Ben şu anda ibadet etmiyorum, derecat kazanmıyorum ama kimseye de bir kötülüğüm yok. Öyleyse derecat kaybetmiyorum.” diyemez.
Çünkü Allahû Tealâ daimî zikri üzerinize farz kılmıştır.
4/NİSÂ-103:
“Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah’ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü’minlerin üzerine, “vakitleri belirlenmiş bir farz” olmuştur.
Eğer zikretmiyorsanız, kimseye zarar vermeseniz de zikretmediğiniz taktirde devamlı derecat kaybedersiniz yani kendinize zarar verirsiniz.”
Zaman, bir hazine olarak her an sarfettiğiniz bir kaynaktır. Allah’ın en kıymetli hazinesidir. Ve eğer o zamanı zikirsiz geçiriyorsanız, devamlı derecat kaybedersiniz. Her saniye bir tek derecat, çok az bir kayıptır ama devamlı kaybedilir. Ve Allahû Tealâ için namaz kılmak, oruç tutmak gibi kendinizle Allah arasında bir iş yaparsanız, derecat kazanırsınız, iktisab edersiniz. Kazandığınız derecatı sadece siz kazanırsınız. Sizin kazandığınız derecatı (size aitse), başkası kazanmaz.
Allah’û Tealâ’nın kazanmaktan muradı aynı zamanda negatif istikamettedir. Negatif derecelerin kazanılması söz konusudur. Herkes sadece kendi derecatını kazanır, kendi yaptıklarının karşılığını kazanır. Kimse başkasının yükünü taşımaz. Bazı insanlar: “Korkma sen bu günahı işle, ben senin günahını yükleneyim.” derler. Ama hiç kimse bu standartlar içinde kimsenin günahını yüklenmez!
Bir insanın kazandığı derecatın kendisine ait olması; kendisiyle ya da başka biri ile ilişkili bir fiil işlediğinde de geçerlidir. Başka birisine iyilik ettiniz, onu mutlu eden bir davranışta bulundunuz, gene derecat kazandınız, Allah için bir hizmette bulundunuz başkasına, onun Allah yolunda mutlu olmasını sağladınız, onun ruhunun istikametinde ona bir fayda sağladınız, bir mutluluğu yaşamasına sebebiyet verdiniz, o zaman da gene derecat kazanırsınız. O hizmeti yaptığınız kişi ise sizin ona yaptığınız iyilik sebebiyle derecat kazanmaz ve kaybetmez. Ama yaptığınız şeyin mutluluğunu yaşar.
Kendinizle Allah arasındaki ilişkide Allah’ın bir emrini yapmadığınızda derecat kaybedersiniz. Sizin kaybettiğiniz derecatı (Allah ile olan ilişkilerinizde ne namaz kılmadığınız için, ne de oruç tutmadığınız için) başka birisi kaybetmez. Böyle bir şey mümkün değildir. Demek ki; Allah ile olan ilişkileriniz istikametinde, derecat kaybettiğiniz zaman başka hiç kimse sizin sebebinizle derecat kaybetmez.
Başkalarıyla alâkalı işlerde bir başkasına kötülük yaptığınız zaman derecat kaybedersiniz. Burada farklı bir olayla karşı karşıyasınız, kul hakkı doğmuştur. Kaybettiğiniz derecatı zulüm yaptığınız kişi kazanır. Bu söylediğimle bu iki âyeti birbirine karıştırmayın. Allahû Tealâ: “Hiç kimse kimsenin kazandığını kazanmaz, kaybettiğini kaybetmez.” diyor. Ama kul hakkı doğduysa gene bu âyetlere uygun olarak birisi kaybeder, öteki onun kaybettiğini kazanır. Yani kaybettiğini kaybetmez, kazandığını kazanmaz ama kaybettiğini kazanabilir.
Hangi olay derecat kaybetmenizle sonuçlanıyorsa bilin ki; o olayda siz kendinize zulmettiniz. Namaz kılmadınız, oruç tutmadınız, başkasına kötülük ettiniz, hepsi sizin aynı zamanda kendinize zulmettiğinizi gösterir. İşlem, Allah ile aranızdaysa daima, sadece kendinize zulmedersiniz. İşlem, başka birilerine zarar vermeniz hali ise o zaman hem başkasına zulmetmiş olursunuz, hem de siz derecat kaybetmiş olursunuz. Kul hakkı doğduğu için karşı tarafın amel defterinde, zulmettiğiniz kişinin sizin kaybettiğiniz dereceleri kazandığını görürsünüz. Zulmeden kişinin amel defterine, kaybettiği dereceler kırmızı rakamlarla, nâkıs olarak, eksi olarak yazılır. Bu sebeple onun kaybettiği derecatı kazanan zulme uğramış olan mazluma ise o dereceler ilâve edilir. Birinci taraf şerre ulaşmıştır, ikinci taraf hayra ulaşmıştır.
Başkalarına Rabbanî alanda, ruhun istikametinde, Allah yolunda yaptığınız yardımlar için derecat kazanmak geçerlidir. Eğer nefsler söz konusuysa orada derecat kazanamazsınız. Nefsanî davranışınız sebebiyle hem siz derecat kaybedersiniz, hem de karşı taraf nefsanî davranışınızın aynını işlediği için kaybeder. Öyleyse ya ruhunuzun istikametindesiniz Allah’la, ya da nefsinizin istikametindesiniz şeytanla berabersinizdir. Şeytanla beraber olduğunuz zaman şeytanın ülkesindesiniz. Sadece derecat kaybedersiniz. Başkalarının da derecat kaybetmesine sebebiyet verirsiniz. Bir hırsız birisiyle banka soyarsa her ikisi de derecat kaybeder. İnsanlar kötü davranışlarda ortak oldukları bütün olaylarda beraberce derecat kaybederler. Nefsleri doğrultusunda, asla derecat kazanamazlar. Allah yolunda bir hizmete, üç kişi beraber gidiyor ve üçü de yardım ediyorsa, üçü de derecat kazanır. Yardım ettikleri kişi derecat kazanmaz, o da kendisine yapılan hizmetin karşılığında onun mutluluğunu yaşar.
Sadece iki tür olay vardır: “Allah’ın emirleri” ve “Allah’ın nehiyleri”. Allah’ın emirlerini yerine getirirseniz, derecat kazanırsınız, yerine getirmezseniz derecat kaybedersiniz. Allah’ın nehiylerini, Allah’ın yasak ettiği fiili işlemezseniz derecat kazanırsınız, işlerseniz derecat kaybedersiniz. Hayatınızın her saniyesi derecat kazanmakla veya kaybetmekle geçer. İşte burada Allah’û Tealâ eğer bir insan diyor kendi başına hareket ediyorsa, Allah ile ilişki içerisinde Allah’ın bir emrini yerine getirmiyorsa veya Allah’ın yasak ettiği bir fiili işliyorsa derecat kaybeder. Eğer kendi başınaysa, bu derecatı başka kimse yüklenmez. Eğer bir başka kişi de gene kendi başınaysa Allah’ın emrettiği bir şeyi yerine getiriyorsa, yasak ettiği bir şeyi yapmıyorsa o da her ikisinde de derecat kazanır. Bir başkası birincinin kaybettiği derecatı kaybetmez, kazandığı derecatı da kazanmaz.
Olayların iki taraflı vücuda gelmesi halinde, fiile bir başkası da iştirak halinde ise yani bir insan isteyerek veya istemeyerek bir başkasına zarar verdiyse, zarar gören taraf mutlaka derecat kazanır. Zarar veren taraf eğer bunu bilerek, isteyerek yaptıysa mutlaka derecat kaybeder ve onun kaybettiği derecatı öbür taraf kazanır. Bir insan farkına varmadan bir başka insana zarar verdiyse zarar gören taraf gene derecat kazanır ama zarar veren taraf kasıt olmadığı için kasıtla yapılan bir olaydaki ölçüde derecat kaybetmez. Bu mümkün değildir. Çünkü kiramen kâtibin melekleri hayat filmimizi çekerken, aksiyonlarımızı, davranış biçimlerimizi üç boyutlu olarak filme alırken düşüncelerimizin de filmini alır.
Kıyâmet günü elinizde mizan adlı bir ölçü olacaktır. Şu anda sizin hayat filminizi çeken kiramen kâtibin meleklerinin elinde de aynı mizan vardır. O mizan hayatınızın akışı içerisinde hem düşüncelerinizi, hem de aksiyonlarınızı mutlak bir değerlendirmeye tâbî tutar. Düşünceleriniz yüzde kaç kasıtla hareket ettiğinizi mizana en geniş şekilde aksettirir. Mizan öyle bir kompüter sistemidir ki gördüğü hayat filmlerinizin düşünce ve tatbikat standartlarında olanlardan kastın ölçüsünün ne olduğunu yüzde yüz tespit eder. Bunun mânâsı, verdiği hükmün yüzde yüz doğru olmasıdır.
Allah’û Tealâ’nın ilahî kompüter sistemi mizan, öyle bir sistemdir ki kâinatta düşünülebilecek olan veya düşünülemeyecek olan her türlü suçu ve güzel davranışı muhtevasına alır. Her birinin hangi yüzde de kasıt unsuru olması halinde vereceği rakamlar A’dan Z’ye bellidir. Hiçbir yanlışlığı yapması mümkün değildir. Bu sebeple Allah’û Tealâ, Kur’ân-ı Kerim’de “Kıyâmet günü hayat mizanınıza, hayat filminize baktığınız zaman size kıl kadar zulmedilmediğini görürsünüz.” diyor.
Bir taraftan derecat kazanırken, öbür taraftan derecat kaybedebilirsiniz. Namaz kılıyorsunuz ama daimî zikrin sahibi değilsiniz. Namaz boyunca zikir yapmıyorsunuz, zikir yapmadığınız için her saniye bir derecat kaybedersiniz. Ama namazı kılarken, her saniyesinde, kazanacağınız derecenin, Allah’û Tealâ size Allah’ın yoluna girmemiş olsanız bile, tâbiiyetiniz olmasa bile on katını verecekti. Öyleyse kazandığınız herşeyle, kaybettiğiniz herşey arasında kesin bir illiyet rabıtası vardır.
Namaz kılarken normal şartlar altında iseniz on katını kazanırsınız. Eğer Allah’a doğru yola çıkmış iseniz birinci kata kadar yüz, ikinci katta iki yüz, üçüncü katta üç yüz, dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci katlarda yedi yüz katını kazanırsınız. Bir işlem ki; siz Allah yolunda bir iş yaparken, Allah’û Tealâ’nın zikrini yapmadığınız için her saniye bir derecat kaybedersiniz ve Allah’û Tealâ onu on katına çıkarmaz.
Allah’û Tealâ günahlarınızı, kaybettiğiniz dereceleri eşit yazar. Bir derecat kaybettiyseniz amel defterinize o saniye sadece bir derece yazılır. Zikir yapmadan, namaz kılmak size en az on derece kazandırırsa, o on derecenin yüz katını yani bin dereceyi aynı saniyede kazanmış olursunuz. Veya iki yüz, üç yüz, dört yüz, beş yüz, altı yüz, yedi yüz katını yedi bin dereceyi aynı saniye kazanmış olursunuz. Arada büyük bir farklılık vardır. Allah çok sevdiği insan mahlûkunu, ne kadar torpilli kılmıştır. Allah’û Tealâ, sizin kayıplarınızı bire bir yazdırır.
Kazançlarınıza gelince en az bire on yazdırır. Ama bire yedi yüze kadar da bunu yükseltir.
Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.V) ilk cuma hutbesinde: “Ey sahâbe ölmeden evvel ölün ki; Allah size bire yedi yüz katını versin.” buyuruyor. “Ölmeden evvel ölmek” demek; ruhu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmak demektir. Böyle bir hususu gerçekleştirdiğiniz zaman ruhunuzun Allah’a ulaşması boyunca bire yüzden başlayarak iki yüz, üç yüz, dört yüz, beş yüz, altı yüz, yedi yüz katını kazanmaya başlarsınız. Birine bir iyilik yaptınız, on derecat kazandınız. Onun üzerine Allahû Tealâ size onu yedi yüzle çarparak neticesini amel defterinize yazdırır. O mizan bunu böyle yapar. Sizi A’dan Z’ye takip eder. Hiçbir hata yapması ihtimali yoktur. Ve siz zikirsizlik sebebiyle bir derecat kaybederken o saniye yedi bin derecat kazanırsınız.
Kıyâmet günü yeniden canlanan insanlar, Mahşer Meydanı’ndan ayrılarak, İndi İlâhi’ye ulaşırlar. İndi İlâhi’de herkesin hayat filmini göreceği bir sistemle bağımlılığı vardır. Ve bağlı oldukları elektronik sistem, onları kendi hayat filmlerini görebilecekleri yere götürür. Hayat filmlerinde doğumlarından ölümlerine kadar hepsini görürler. Ellerindeki mizanla da derecelerini devamlı kontrol etmek yetkisinin sahibidirler. Hayat filmleri boyunca, mizanla hayat filmi arasında en ufak bir farklılık olmadığını, kendilerine kıl kadar zulmedilmediğini, o gün, kıyâmet günü bütün insanlar görürler.
İşte Allah’û Tealâ’nın bu âyette “O zaman hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeyleri size haber verecek” ve başka âyetlerde de: “O zaman size yaptığınız şeyleri haber verecek. Ağzınızı mühürleyeceğiz. Uzuvlarınız yaptıklarınızı gösterecekler, böylece söylemiş olacaklar.” dediği, kazandığınız dereceler ve kaybettiğiniz dereceler olacaktır.
İnsanlar arasındaki dizaynda Allah’û Tealâ herkesin farklı bir hayat filminin olduğunu, kazandığı derecelerin orada kendisine ait olarak kazanılmış olduğunu, kaybettiği derecelerin orada kendisine ait kaybedilmiş dereceler olduğunu ve hiç kimsenin bir insanın kendisiyle Allah arasındaki ilişkilerde başka birisine bir derecat yüklemesinin veya kendisinin başka birinden derecat yüklenmesinin mümkün olmadığını buyuruyor. Ama başka insanlara zarar vermişseniz nefsinizle, onları zarardîde etmişseniz, o zaman derecat kaybedersiniz. Kaybettiğiniz derecatı da onlar kazanır. Böylece insanlar arasında bir derecat bağlantısı kaybedenden kazanana bir ulaşma söz konusu olur.
Allah’û Tealâ’nın “Hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeyleri o zaman size haber vermesi” söz konusudur. Kur’ân-ı Kerim, bütün mukaddes kitapların sonuncusudur. Allah’ın peygamberlerine yazdırdığı şeriat kitaplarının sonuncusudur. Kâinatı kıyâmete kadar idare edecek olan, Son Peygamber’e indirilen Son Şeriat Kitabı’dır. Herşeyin gerçek hüviyeti Kur’ân-ı Kerim’de net ve kesin bir biçimde açıklanmıştır. Allah’ın önce kalbinde hayır gördüğü insanları seçtiği, Allah’a ulaşmayı insanlar dilediği taktirde Allah’ın cennetini hakettikleri, yaşarlarsa bu insanların Allahû Tealâ’dan 12 tane ihsan alarak mürşidlerine ulaşacakları, Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin kurtuluşunun mümkün olmadığı, Kur’ân-ı Kerim’de bütünüyle açıklanmıştır.
Allah’û Tealâ, Kur’ân-ı Kerim’de yirmi sekiz basamaklık bir dizaynda, insanların Allah’a ulaşmayı dilemelerini, mürşidlerine ulaşmalarını, tövbe etmelerini, (teslimler açısından) 4 hidayete birden başlamalarını (ruhun, vechin, nefsin ve iradenin hidayetine) ve sırasıyla ruhlarını Allah’a ulaştırarak ruhlarını hidayete erdirdiklerini, fizik vücutlarını Allah’a teslim ederek, ahsen kılarak ikinci hidayete ulaştıklarını, nefslerini ahsen kılarak üçüncü hidayete ulaştıklarını, iradelerini Allah’a teslim ettikleri zaman dördüncü hidayete ulaştıklarını anlatıyor. Bu bütün mukaddes kitapların aslıdır. Tevrat’ta da, İncil’de de, Kur’ân-ı Kerim’de de Allah’û Tealâ aynı şeyleri, bu esası söylemektedir.
Bu muhteva içerisinde ruhunuzu da, vechinizi de, nefsinizi de, iradenizi de Allah’a teslim etmek mecburiyetindesiniz. Ve Allah’a ulaşmayı dilemezseniz kurtuluşunuz mümkün değildir. İşte Allah’ın bütün mukaddes kitaplara koyduğu esas budur. Âdem (a.s)’ dan bugüne kadar da bütün hayatta olan insanların küçük bir kısmı bunları hep yaşamıştır.
Öyleyse ihtilâf nerededir? Allah’a ulaşmayı dilemek konusunda; dilemek isteyenler var, dilemek istemeyenler var, farz olmadığını iddia edenler var, hiç hesaba katmayanlar var.
Mürşide ulaşmak konusunda, mürşidi inkâr eden var, “mürşid yoktur” diyenler var. Ruhun Allah’a ulaşması, için “Ruhun ölmeden evvel Allah’a ulaşması mümkün değildir” diyenler var. Tabii bunun arkasından ne fizik vücudun ne nefsin ne de iradenin Allah’a teslimi diye bir olay insanlar tarafından hem bilinmiyor hem de kabul görmüyor. İşte, herbirisi bir ihtilâf konusudur.
Kur’ân-ı Kerim’de Allah’ın, sahâbenin hayatından verdiği kesitlerde onlar, seçilmişler, Allah’a ulaşmayı dilemişler, mürşidlerine ulaşmışlar, kâinatın en büyük mürşidine tâbî olmuşlar, ruhlarını, arkasından fizik vücutlarını, arkasından nefslerini ve en sonunda da iradelerini Allah’a teslim etmişler. Allah hepsini farz kılmış, onlar da hepsini yapmışlar, çünkü onlar kitabın bütününe tâbî olmuşlar. İşte ihtilâf, Kitab’ın bütününe tâbî olmamaktan kaynaklanmaktadır.
Allah’û Tealâ’nın bütün bu yedi safhadan oluşan dizaynı insanlar tarafından 14 asırda İslâm’ın beş şartına dönüştürülmüştür. “Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şehadet getirmek. Bunları yaptınız mı cennetliksiniz” deniyor ama aslını bilmedikleri için doğru söylenmiyor: İşte İslâm’daki ihtilâf, anlaşmazlık. İslâm’ın içindeki ihtilâflardan başka, dışında da ihtilâflar mevcuttur:
İnsanlar birden fazla Allah’a inanıyorlar, üç tane Allah var diyorlar.
Hz. İsa göğe canlı olarak mı, ölü olarak mı kaldırıldı? İslâm, Kur’ân-ı Kerim, canlı olarak kaldırıldığını söylüyor ama Hristiyanlar onun çarmıha gerilip öldüğünü, öldükten sonra kaldırıldığını söylüyor.
Allah’ın temel faktörlerinin büyük kitlelerce bütün dînlerde unutuluşunun tabii neticesi olarak insanların arasında ihtilâflar doğmuştur. Bütün ihtilâfların çözümü ise Allah’a aittir. O gün, kıyâmet günü, İndi İlâhi’de hayat filmlerimizin yanlış olan her safhasında sonuç, doğrular belli olacaktır. İşte bu ihtilâfın neticelerini Allah’û Tealâ, kıyâmet gününde bütün insanlara orada anlatacaktır. Yaptıklarıyla doğruları göstererek, nerelerde, hangi noktalarda, ne hatalar yaptıklarını insanlara açık bir şekilde gösterecektir.
Allah razı olsun, sevgi ile kalın…
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.