Nevzat Laleli – Giresun Kerasus Haber
DOLAR

41,8543$% 0,23

EURO

48,6682% 0,44

STERLİN

55,9299£% 0,24

GRAM ALTIN

5.639,11%1,27

ÇEYREK ALTIN

9.443,00%1,02

BİST100

10.372,60%0,54

BİTCOİN

4700137฿%1.47261

Sabah Vakti a 02:00
Giresun AZ BULUTLU
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
Nevzat Laleli

Nevzat Laleli

09 Ekim 2025 Perşembe

    Tanıtımın Böylesi (2)

    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Benim, kardeş aile kampanyası ile ilgili teklifin gazetelerde haber olarak çıkınca dost düşman herkes bunu okuyor. Tabii bu arada hem reyting yapma ve hem de ülkemizdeki imanlı insanları karalama peşinde olan Show TV ile onun takdimcisi Reha Muhtar da bu haberi okuyorlar. Telefona sarılıp Ankara bürolarını ve orada büronun başındaki Serkan Çinier’e bu haberi kendi açılarından nasıl değerlendireceklerini konuşuyor, yapması gerekenleri söylüyor.

    1999 yılında benim Uzman Mühendislik, Müşavirlik ve Pazarlama işlerinde çalıştırdığımız bir anonim şirketim var. Ben onun hem İdare Meclisi Başkanlığı’nı ve hem de Müdürlüğünü yürütüyorum. Bu şirket Maltepe’deki büromda bulunuyor.

    Telefonum çaldı, ben de açtım. Telefonun öbür ucundaki ses; “Show TV’nin Ankara bürosundan aradığını, benim Çalışma Bakanlığı’nda yaptığım haberi gazetelerden okuduğunu, bir depremzede hanımla evlenmek istediğini, bunun için bir gün sonra gelip kaydolmak istediğini” söyledi. Ben de kendisine; “Bu bir fikirdir ve Bakanlığa aktarılmıştır. Henüz bize kaydolan bir depremzede yoktur” dedim. “Ben kayıt olayım da gelin adayları geldiğinde evlenirim” dedi.

    Beni bir düşünce aldı. Biz Show TV’nin yapısını ve çalışmalarını yakından biliyorduk. Bu adamlar ya bizi istismar ederlerse? Veya gelin adayımızı istismar ederlerse ne yapacaktık?

    Sonuçta müracaatlarda ciddiyetin sağlanması ve çalışmalarımızda yapacağımız masrafların karşılanması için belli bir ücret koymaya karar verdik. Bu ücret o günlerde 50 USD kadardı.

    SHOW TV İLE TANIŞMA

    Ertesi günü büroma iki kişi geldi. Biri kendini Serkan Çinier olarak tanıttı, diğerine de benim amcam dedi. Yaşlıca kısa boylu bir adamdı. Serkan Efendi; “Depremzedelerle evlenebilmem için benim kaydımı yapın” dedi. Kendisine 50 Dolar kayıt ücreti olduğunu söyledim. 50 Dolar’ı çıkardı, önüme koydu.

    Ben de şirketimizin faturasını keserek bu parayı tahsil ettim.

    Bu işlem bitince yanındaki adama; “Amca ben biraz aşağıya ineceğim, sen burada otur” dedi ve ayrıldı. Biraz sonra yanında birkaç resmi polisle büroma geldi. Polis bana; “Sen bu adamı dolandırmış, parasını almışsın. Sizi Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne götüreceğiz” dedi. Meğer amcam dediği kişi de bir sivil polismiş.

    Ben de onlara; “Ne dolandırması? Tahsil ettiğim paranın faturasını kestim. Burası bir şirkettir. Levhası vardır, vergi levhası vardır” dedim.

    Fakat polis şirketmiş, vergi levhasıymış bunlara bakmadan bizi (büroda iki kişiydik) Ankara Emniyet Müdürlüğü Dolandırıcılık Şubesi’ne götürdüler.

    Tabii bu arada Show TV kameramanı, polislerin yanında bizim filmlerimizi çekiyor ve bize; “Depremzedeleri nasıl dolandırdınız?” diye soru soruyorlardı.

    Polis bir ifade tutanağı yazdı. İfade tutanağına; ‘Evlendirmenin hukuki yönünü yani Borçlar Kanunu’nun 3. Bölümü Tellallık bölümünün evlendirme tellallığına göre yaptığımızı, mali dayanağının da kestiğimiz şirket faturasına göre olduğunu’ belirttim. “Ben bu başvuruya 3 – 5 ay hizmet vereceğim, bu başvuru ile tahsil ettiğim paranın vergisini vereceğim” dedim.

    BİR İYİLİK YAP DENİZE AT

    Bizim Ankara polisi tarafından büromuzdan alınarak Emniyet Müdürlüğü’ne götürülmemizi bir arkadaşımız öğrenmiş. TBMM’ne giderek eski İçişleri Bakanı Aldülkadir Aksu’yu bulmuş ve bizim polis tarafından götürüldüğümüzü söylemiş. O da telefonun başına oturarak Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde beni aramaya başlamış. Sonunda biz parmak izi ve fotoğraf çekimine geldiğimizde Bakan’ın telefonu da oraya geldi.

    Polis, benim Milli Gençlik Vakfı (MGV) eski Genel Başkanı olduğumu Bakan’dan öğrenince; “Niçin bize Genel Başkan olduğunuzu söylemediniz?” dedi. Ben de; “Yaptığınız yanlıştır. Bir sade vatandaş da sizden nasıl muamele görüyor? Onu görmek istedim” dedim. Bizi hemen Nöbetçi Savcı’ya çıkardılar.

    Savcı daha odasına girmeden polisteki ifademi kabul edip etmediğimi sordu. Ben de; “Kabul ediyorum” dedim. “Beyefendi, siz dışarda biraz bekleyin” dedi ve bizi getiren polisleri içeriye aldı. Sonra Savcı’nın sesi odada ve dışarıda çın çın öttü.

    “Polis bir olay olunca olay mahalline gider. Siz ise olay olmadan gitmişsiniz. Bunun bir komplo olduğunu göremediniz mi?” dedi. Show TV’nin kameramanı bizi hâlâ çekmeye devam ediyordu.

    Show TV akşam haberlerinde Reha Muhtar, gözünü döndüre döndüre bizim haberimizi veriyor; “Milli Gençlik Vakfı eski Genel Başkanı Nevzat Laleli, kurduğu evlendirme bürosunda depremzedeleri dolandırırken yakalandı” dedi ve bizim görüntülerimizi yayınladı. Haberin arkasından da benim Savcı tarafından serbest bırakıldığımı söyledi.

    Bu iftira haberi için Show TV ve Reha Muhtar aleyhine tazminat davası açtım. Davayı kazandım. Ancak Reha Muhtar davayı temyiz etti. Temyiz ne mi etti? Tabii ki kararı bozdu.

    Her ne kadar dava reddedilmişse de o akşamki TV haberiyle beni ve bu önemli çalışmamı bütün dünyaya duyurmuş oldu.

    ‘Sağlam Aile’ kitabıma konulacak bir yazımı önce okurlarımla paylaşıyorum.

    Devamını Oku

    Marmara Depremi ve Yuvamız

    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    1999 yılının 17 Ağustos’u. Marmara Bölgesi’nde Yalova, Bursa, İstanbul, Kocaeli ve Adapazarı gibi illerimizi sarsan çok büyük bir depremin olduğu gün.  Yüzlerce ev ve işyeri yıkılmış, bu yıkıntıların altında binlerce insan kalarak can vermiş, kurtarılanlar da hastanelere taşınarak yaralı halde tedaviye alınmışlardı.

    Depremin hemen akabinde ülkemizin her yerinden ve yurt dışı ülkelerinden bile yardımlar geliyor, bu acıya merhem olmak için çalışıyorlardı. Tabii kendi milli kuruluşlarımız da cansiperane bu yardımlara koşmuşlardı. Bu ara Çalışma Bakanlığı da bir kampanya başlatmış; ‘Yaklaşan yoğun kış şartlarından depremzedeleri koruyalım’ diyerek, bir ‘Kardeş Aile Kampanyası’ başlatmış ve bastırdığı bir broşürle halkı bu kampanyaya katılmaya davet etmişti.

    Kampanyada, yaklaşan kış aylarında çadırlarda ve prefabrik evlerde kalmak zordur. Deprem dışı bölgelerden evi müsait olanların bir depremzede aileyi yanına alarak aynı evi birlikte paylaşmaları isteniyordu.

    Depremden birkaç hafta sonra Ankara’daki iş yerime yakın bir cami olan Maltepe Camisi’ne Cuma namazı için gittim. Cuma namazı çıkışı dış kapıda elime bir broşür tutuşturdular. İş yerime geldim ve broşürü incelemeye başladım. Ancak Çalışma Bakanlığı’nın broşüründe, bizden istediğinin uygulanmanın çok zor uygulanabileceği kanaatine vardım.

    Bizim inançlarımız, örf ve adetlerimiz iki ailenin uzun süre aynı evi birlikte paylaşmasına mâni idi. Bu sebepten bu kampanyanın işlerlik kazanma şansı çok az, belki de hiç yoktu. Ne yapılmalı da bu iyi niyetli çalışmanın işlerlik kazanması sağlanmalıydı.

    ÇALIŞMA BAKANLIĞI İLE GÖRÜŞME

    Ertesi hafta, Çalışma Bakanı Yaşar Okuyan’ı telefonla arayarak Özel Kalemi’ne; “Sayın Bakan’a, O’nun başlattığı ‘Kardeş Aile Kampanyası’na işlerlik kazandıracak bir teklifim, var. Eğer beni kabul ederse kendisine bu teklifimi arz etmek isterim” dedim.

    Bana birkaç gün sonrası için bir randevu verdiler. Bu sure içerisinde ben de bir dosya hazırlayarak söylemek istediklerimi o dosyada belirttim.

    Randevu günü ve saati Çalışma Bakanlığı’na gittim. Bakanlığın bahçesinde bir gurup gazeteci, foto muhabiri, kameraman toplanmışlar kendi aralarında görüşmekteydiler. Bu gazetecilerden biri beni tanıdı ve “Nereye, Nevzat Bey?” diye sordu. Ben de, Sayın Bakan’la randevum olduğunu ve ona ‘Kardeş Aile Kampanyası’ ile ilgili tekliflerimi söylemek istediğimi söyledim.

    Bunun üzerine orada bulunan bütün gazeteciler peşime takıldılar ve benimle birlikte Bakan’ın odasına çıkmaya başladılar. Özel Kalem Müdürü odasına gelince Müdür Bey; “Bakan Bey meşgul. Ziyaretinizi Müsteşar Muavini (falanca) ile yapacaksınız” dedi ve bizi Müsteşar Muavini odasına yönlendirdi.

    Müsteşar Muavini odasına girdim ve; “Bakanlığın depremzedeler için başlattığı ‘Kardeş Aile Kampanyası’na işlerlik kazandıracak tekliflerim var” dedim ve elimdeki dosyayı kendisine uzattım. Bu arada gazeteciler ve foto muhabirleri de not ve görüntü almaya başladılar.

    Ben, Müsteşar Muavini’ne; “Sayın Müsteşarım. Bakanlığınız her ne kadar bir ‘Kardeş Aile Kampanyası’ başlatmış iseniz de bu kampanyanın ülkemize yürümesi zordur. Çünkü bizim aile yapımız, inançlarımız, örf ve adetlerimiz iki ailenin bir evi uzun zaman paylaşmasına müsaade etmez. Geliniz, aynı evi paylaşacak aileleri birbiriyle akraba yapalım. Sonra da o evi iki aile kullanmaya başlasınlar” dedim.

    “Deprem dışı bölgeden bekâr bir oğlumuzu deprem bölgesinden bekâr bir kızla evlendirelim. Oğlanın evi müsaitse kızın anasını, babasını ve kardeşlerini de alsın. Deprem bölgesinden bir bekâr oğlumuzu deprem dışı bölgemizden bir kızımızla iç güveysi olarak evlendirelim. Kızın evi müsaitse oğlanın anasını, babasını ve kardeşlerini de evine alsın. Böylece 10 gencimizi evlendirelim, 100 kişiyi deprem bölgesinden kurtaralım” dedim.

    “Bakanlığın bu çalışmalarında, ben de her zaman yardımcı olmaya hazırım” diye ilave ettim.

    Bu çalışma ertesi gün çıkan gazetelerde büyük manşetlerle yer aldı ve bu haber, ‘Yeryüzünde bu ana kadar hiç kimsenin ortaya sürmediği bir çalışmayı Milli Gençlik Vakfı Şeref Başkanı Nevzat Laleli teklif etti’ diye haber yaptılar.

    (Bu yazı yayına hazırlanan ‘SAĞLAM AİLE’ kitabıma konmuştur.)

    Devamını Oku

    Ziller Bizim İçin Çalıyor

    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Aşağıda anlatacağım ve küçük bir yorumunu yapacağım olay ülkemizde ve en muhafazakâr olarak bildiğimiz bir ilde yaşanıyor. Bu olayı okuyunca veya televizyondan duyunca, hemen eskilerin ‘Canavar düdüğü’ yenilerin ‘Alarm zilleri veya siren’ dediği zilleriniz çalıyor mu? Yoksa benim dışımda olmuş bu olay, basit polisiye olaylarından biridir diyerek kendinizi avutuyor musunuz?

    Eğer zilleriniz çalıyorsa siz ‘milletinizin derdiyle dertleniyorsunuz’ demektir. “Bugün ona yapılan bir gün de bana da yapılır” diye bir endişe taşıyorsunuz demektir. Bu tepkinin sizin ‘olaylara karşı canlı bir insan olduğunuzun işaretidir.’

    Yoksa maazallah, felakettir, felakete düşüyoruz, felaketteyiz demektir.

    Arkadaş eğer alarm zilleriniz çalmıyorsa; ‘bu zilleri mutlaka tamir ettirmenin bir yolunu bulmalısınız.’ Yoksa dünya ve ahret felaketi hepimizin üzerinize olacak demektir.

    TÜYLER ÜRPERTEN OLAY

    Bundan birkaç sene önce Siirt’te babaları hamallık yapan ve kendileri bir ilköğrenim okulunda olan yaşları 14 – 16 arasında değişen üç kız kardeş ile onların yanı sıra dört kız çocuğuna, birkaç seneden beri sayıları yüzleri bulun erkek tarafında tecavüze ediliyor.

    Olayı, o ilköğretim okulundaki rehber öğretmen açığa kavuşturuyor. Savcılık, en yaşlısı 70 yaşında olan ve o ilin ‘kalburüstü kesiminden’ insanların da bulunduğu bu tecavüz olayında, okulun Müdür Yardımcısı ve bazı erkek öğretmenlerin de bulunduğu tespit ediliyor.

    Bu alçakça işlenen olayı köşesine taşıyan Sedat Ergin, küçük bir kentte kız çocuklarına tecavüz olgusunun nasıl yaygın bir suç kalıbına dönüştüğünü ve bu büyük utanca nasıl yüz kızartıcı bir suskunlukla göz yumulduğunu anlatan son derece rahatsız edici bir dosyayı dikkatimize getiriyor.

    Tecavüze uğrayan ilk gruptaki H.T. ile S.T. babaları hamallık yapan 7 çocuklu çok fakir bir ailenin çocuklarıdır. Ve bu iki kız öğrencinin 3 ile 5 Lira arasında değişen para ile çikolata ya da çubuk kraker karşılığında kendilerinden yaşça çok büyük insanlarla birlikte oldukları anlaşılıyor.

    Düşündürücü olan, küçük kızları hedef alan tecavüzün, başlaması ve duyulmasıyla birlikte çevreyi de içine alacak şekilde genişleme, yayılma eğilimi göstermesidir.

    SUSKUNLUK DA SUÇ DEĞİL Mİ?

    Dosya, pek çok soru işaretini karşımızda asılı tutuyor.

    Siirt’te bu olayın önemli tespitlerinden biri de olayın geçtiği ilköğretim okulundaki çocukların hepsinin tecavüz olayını konu Savcılığa intikal etmeden önce biliyor olmasıdır.

    Burada bütün çocukların dilinde olan bir konunun okul yönetimi tarafından fark edilmemiş olması düşündürücüdür. Keza mağdurların devam ettiği okulun karakolun hemen karşısında olması gibi…

    Son tahlilde bütün bunlar idari ve cezai soruşturmaların konusudur. Bir de meselenin soruşturamayacağınız, hukuk sisteminde, yazılı yasalarda karşılığı olmayan, yaptırıma bağlanmamış yönleri var.

    İlkokul öğrencisi kızları hedef alan bu ölçüde yaygın bir tecavüz şebekesinin varlığının çevre tarafından bilindiği halde, zımnen onay görmesi işte böyle bir durum.

    Bilenlerin bir bölümü durumdan yararlanmaya kalkmakta, bilip de yararlanma yoluna gitmeyenler ise durdurmak için hiçbir şey yapmayıp kayıtsızlık içinde olanları seyretmektedir. Belki rahatsızlar, belki de değiller…

    Buradaki suskunluk da suç ortaklığı değil midir? Bir tecavüz olayının bu kadar yayılabilmiş olması ve kabul görmüş olması kötülüğün kuşatması dışında başka nasıl adlandırılabilir?

    ZİLLER KİMİN İÇİN ÇALACAK?

    Eğer ‘Alarm zilleriniz çalıyorsa…’ bu şen’i (çok kötü) olayın elbette birtakım suçlularının bulunduğu da ortadadır. Bu olaya alet olanların yanı sıra;

    Meclis’te büyük çoğunluğuyla ve sekiz yıldır iktidar da bulunan;

    Öğretmen olarak atadığı ve okullarda idarecilik yaptırdığı halde onların sadece mesleki ve idari bilgilerini yoklayan, fakat ne öğretmen atamalarında ve ne de idarecilik atalarında ahlâki yapılarını araştırmayan,

    Okullarda okutulan ders kitaplarında hâlâ edep ve ahlaka ait ciddi bölümler bulundurmayan, 7 yaşında elimizden aldığı çocuklarımıza edep, ahlak ve maneviyat ile milli değerlerimizi öğretmeyen Milli Eğitim Bakanlığı mutlaka sorgulanmalıdır.

    Hâlâ ‘din ve vicdan özgürlüğü önündeki engelleri kaldırarak’ çocuklarımızın Kur’an kurslarına 15 yaşından önce gitmesini sağlayamayan, 

    ‘Temel insan haklarından olan eğitim ve öğrenim hürriyetini’ içinde İmam Hatip Liseleri’nin ve tüm üniversitelerde kız öğrencilerin inançları gereği taktıkları başörtülerini çıkarmadan öğrenim yapabilmelerini sağlayamayan;

    AB uyum yasaları diyerek kanunlarımızdan zina suçunun cezalarını sildiren;

    Ekonomide ‘faizci soygun düzeninin devamı’ için canla başla çalışan (2010 yılı bütçesinde faiz ödemesi 60 Katrilyon Lira) ama memur, işçi, esnaf, emekli, dar gelirli 70 milyon insanımızı fakirlik, işsizlik ve açlık içerisinde inim inim inleten…

    Televizyonların ve gazetelerin ahlaksızlık yayınlarına dur diyemeyen yukarıda anlatılan (daha niceleri) çocuklarımızın ahlaksızlık yangınında yanmasına seyirci kalan;

    Fakirlik ve yoksulluk ve ahlak zafiyeti sebebiyle insanımızın hırsızlık, dolandırıcılık, kap-kaç gibi kötü yollara düşmesine sebep olan bu günkü iktidar sorgulanmalıdır.

    Meclis’te milletin dertlerini gündeme getireceklerine ‘horoz dövüşünü’ tercih ederek ‘parsa devşirmeye’ çalışan muhalefet partileri mutlaka sorgulanmalıdır.

    Ve ABD veya AB’nin işbirlikçisi olmayacak, milletimize ve onun değerlerine sahip çıkacak ‘Milli değerlerimize bağlı’ bir siyasi partiyi nasıl iktidar yapabiliriz konusu mutlaka gündeme getirilmeli ve gereği yapılmalıdır.

    Aslında, ‘Fırat kenarında bir kurt aşırsa bir koyunu, gelir de adl-i ilahi sorar Ömer’den onu…’ diyen sorumluk sahibi idarecilere ne kadar çok ihtiyacımız var.

    ‘Alarm zilleri çalmayanlar veya ziller çaldığı halde ona kulaklarını tıkayanlar…’ Size söyleyecek bir şeyimiz yok. Sadece; “Allah, size feraset ve hidayet versin” demekten başka…

    Devamını Oku

    Mahkum Olmak Meslek midir?

    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    İstanbul’da yayınlanan bir ulusal gazetemiz (Milli Gazete) birbiri ile ilgili iki haber yayınladı. Bu haberler ben de o kadar çok tesir uyandırdı ki geceleri uykularımı kaçırdım. Habere konu olan gençlerimizin ve milletimizin geleceğinden endişe duymaya başladım.

    Önce niçin sadece bir gazete bu haberleri veriyor da ‘anlı şanlı ve de büyük gazetelerimiz bu ve benzeri haberleri vermiyorlar.’ Bunun üzerinde biraz kafa yormanızı tavsiye ediyorum. Hâlbuki kendini büyük gazete olarak duyuran birçok ulusal gazete bu haberi sayfalarına taşısalar, o anda ‘gençlerimizin m2 (iki kere mahkûm) olmaları’ önlenir. Gençler de kurtulur, memleket de…

    Bu ve benzeri haberleri birçok gazetenin yazmaması, sansasyon olacak (ilgi çekecek) haberler ile asparagas (uydurma) haberler yayınlaması, insanımızın hassasiyetlerini törpüleyerek onu iğdiş etmektedirler. Bu gazeteler ve de televizyonlar aslında ‘gençlerimizin ve insanımızın mahkûm olmalarından’ nemalanmaktadırlar da onun için bu haberleri vermemektedirler.

    Çünkü bu gazeteler ve televizyonlar ile bankalar aynı adamların malıdır.

    Burada anlatılmak istenen olay o kadar şiddetlidir ki gençlerimizin öğrenimleri yarım kalacağı gibi tahsil sonunda olmak istedikleri mesleklere de sahip olamayacaklar.

    Diğer taraftan dertlerine çözüm bulabilmek için ister istemez yasa dışı yollara başvuracaklar, o yol da onların mahkûm olmalarına gidecek ve kendilerini karanlık bir hayatın ortasında bulacaklardır.

    Üniversitesinin Öğrencilerine ‘Kredi kartı dağıtmasını’ duyuran gazetenin haberi…

    Sivas Üniversitesi Rektörlüğü aracılığıyla bütün üniversiteli gençlere kredi kartı dağıtılır. Bunu birinci haber yapan gazete; ‘Zorla Faiz Batağına’ başlığı ile büyük manşetten okuyucularına duyurur.

    MAHKÛM DEĞİL MEZ’UN OLUN

    Kredi kartları oyunu, 2000 yılı başında ülkemizde yayılmaya başladı. Bankaların her biri ayrı isimler altında hazırladıkları kartlarını önlerine kim geldiyse dağıtmaya başladılar. Bu öyle boyutlara ulaştı ki (hâlâ da bu boyut büyüyor) her bankanın önüne, yolların çeşitli yerlerine masalar atıldı, gelenin geçenin imzası alındı ve onlara kredi kartları verildi.

    Benim büromun bulunduğu Ankara / Maltepe’de de böyle manzaralar yaşadık. Önümü kesen banka görevlisi genç kızlar; “Size kredi kartı verelim” dediklerinde ben; “Hayır ben kredi kartı istemiyorum. Gece uykularımı rahat uyumak istiyorum. Elimde param olursa alırım, yoksa almam” diye cevap veriyordum.

    Nitekim bir müddet sonra ‘kredi kartları rezaletleri’ ortaya dökülmeye başladı. Limitleri yüksek olan kredi kartları ile adamlar kendini frenleyemedi ve aylık gelirinden fazla harcama yaptılar. Sanki yaptığı harcamaların parasını hiç geri ödemeyecekmiş gibi bir hava içerisine girdiler.

    Sonra da aylık kredi kartları ödemelerini aksattılar. Pek tabii ‘faiz kuruluşları’ bu gecikmeleri affetmedi. Ödenmeyen kısımlara faizler yüklendi. Böylece borçlar katlandı. Altından kalkınamaz bir dereceye yükseldi. Nesi var, nesi yoksa satıp bunu kapatmaya çalıştı ama yine de borcunu kapatamadı.

    Bankacılar diyorlar ki; “Bizim için iyi müşteri, borcunu ödeyemeyen müşteridir.”

    Bu noktadan sonra araya bir başka faizci gurup girecek. Bunlar cep telefonlarına gönderdikleri mesajlar da; “Kredi kartı borcunuz mu var? Gelin borcunuzu biz ödeyelim” diyen Tefecilerdir. Kredi kartı mağdurlarının eğer biraz canları kalmışsa onu da biz alalım diyerek, sanki ‘sırtlanların parçaladığı ceylandan kalan parçaları yiyen akbabalara’ benzerler.

    Ne diyelim. Aldıkları yanlış siyasi kararlarla bu sırtlanları ve akbabaların doğmasını sağlayan, ortamın bu şekilde oluşmasını sağlayarak onları semirten, vatandaşı üretime değil tüketime teşvik eden, taban fiyatları, maaşları ve ücretleri asgari seviyeye indirerek vatandaşı ihtiyaçlarını karşılayamayacak duruma sokan ve sonunda bu sırtlanlara ve akbabalara yem eden siyasiler, onları oyları ile destekleyenler utansın.

    Şimdi aynı akıbete Yükseköğrenimdeki gençler de düşecekler, kız arkadaşı ile ‘vur patlasın çal oynasın’ harcamalar yapacaklar. Sonra da ödeme zamanı kredi kartı borçlarını ödeyemeyecekler. Hemen anne ve babalarını sıkıştıracaklar, onları hırpalayacaklar ve hatta öldürecekler. Amerikan filmlerinde gördükleri mafya gibi kredi kartı veya tefeci borçlarını ödeyebilmek için soygun ve hırsızlık yapmayı deneyecekler. Pek tabii birçokları yakayı ele verecek ve hapsi boylayacaklar.

    Bizim yükseköğrenime gelen gencimiz, doktor, avukat, mühendis, öğretmen olamadan kısa yoldan mahkûm olacak.

    İnşallah bu durum bizim akıllanmamıza sebep olur. Zira ‘Bir musibet bin nasihatten evladır’ demiş atalarımız. Ve devam etmişler, ‘Tarih tekerrürden ibarettir. Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?’

    Devamını Oku

    Mağdureleri Kim Koruyacak?

    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Sizde bir tesir yapar mı bilmem? Ama bazı haberler ben de büyük tesir yapmakta ve gece sabahlara kadar uykularımı kaçırmaktayım. Geçen gün böyle bir haberin pençesi altında yatağımda bir sağa döndüm, bir sola. Bir türlü uyuyamadım. Haber şu…

    Kadına şiddetin önlenmesi için toplumun her kesiminden fikirler, yorumlar ve eylemler yapılırken henüz kadın dahi olamamış bir yavrumuz, kızımız ki yaşı 13 ama 26 kadar erkeğin tecavüzüne uğramış.

    Aslında bunlara erkek bile demek istemiyorum. Çünkü erkekliğinde kendine has kuralları vardır. Mesela erkek denen insanın, mert yapılı olması şarttır. Düşkünlere ve muhtaçlara yardım edebilmek için her türlü fedakârlığı yapar. Bir zayıf ve korunmaya muhtaç insan gördü mü, ne eder eder, onu tehlikelerden korur.

    Bunlara hayvan bile diyemeyeceğim. Eğer herhangi bir hayvanın adını bunlar için kullanırsam, o zaman bu hayvana hakaret etmiş olurum diye korkarım. Ama bunlara bir ad vermek gerekirse Kur’an-ı Kerim’de, Allah’ın verdiği isimle isimlendireceğim.

    “bel hum adâl yani havyandan aşağı” yaratıklar…

    Bu 26 belhum adâl, henüz rüştüne bile erişmemiş kızımıza tecavüz etmişler.

    Aman, Ya rabbi… Aklım duracak!

    Hepimizin kızı var, kız kardeşi var. Bu elim olayın sizin yakınlarınızın başına geldiğini bir an düşünürsek, halimiz ne olur?

    Ama bu kızcağız da bizim bir kızımız. Bu milletin masum çocuklarından biri…

    SOSYOLOJİK VE PSİKOLOJİK YIKIM

    Olayın mağduru aile; “Bize yapılan bu zulme karşı hakkımızı arayacağız” demişler ve mahkemeye müracaat etmişler.

    Ne yapsınlar dı yani… Ellerine silahı alıp, bu canavarları birer birer vursunlar mıydı?

    Mahkemenin verdiği karara geçmeden önce bu kızcağızın sosyolojik ve psikolojik yönüne biraz temas etmek istiyorum.

    Bu kızımızın ve dolayısı ile ailesinin artık hayatları kararmıştır.

    Artık bunlar toplum tarafından tamamen dışlanırlar. Kimse bir şey söylemese bile, bunlar kimsenin yüzüne bakamazlar, sanki bu suçu kendiler işlemişler gibi… Bu kızımız artık mutlu bir yuva da kuramayacaktır. Hiçbir zaman kendisini anlayan ve himayesine sığınabileceği bir eşi de olmayacaktır. Her genç kızın hayali olan bir evin hanımı, çocuklarının annesi olması artık mümkün değildir.

    Bu olayla bir hayat karatılmış, bir aile toplumun dışına itilmiş, bir yavrumuz ölmeden önce öldürülmüştür. Güya 21. asra girdiğimiz medeni bir toplum önünde…

    Henüz cinsiyet kavramından bile habersiz olan bu yavrumuza, 26 canavarın tecavüzü ile bu çocuğun bütün psikolojik dengesi bozulmuştur. Öyle ya… Nedir bu başına gelenler?

    Psikolojik ruh bozukluğu belki de bütün bir ömür devam edecek ve ne zaman karşısına bir erkek çıksa, bütün hıncıyla yüz geri dönüp kaçacaktır.

    MAHKEMENİN KARARI

    Ülkemizde mahkemelerin ne kadar hızlı çalıştığını (!) biliyorsunuz. Olaydan yıllar sonra mahkeme bir karar veriyor. Kararında özetle;

    “Mağdure, kendi rızası ile bu olayı kabul etmiştir (!) Olay tecavüz olarak değil zina olarak ele alınmalıdır. Yasalarımızda da ise zinayı cezalandıran bir madde yoktur (!)

    Hani, AKP iktidarı AB (Avrupa Birliği) uyum yasaları çıkartmış ve burada zina suçunu ve idam cezasını yasalarımızdan kaldırmıştı ya… İşte ondan dolayı, artık hâkimler zina suçuna ceza verememektedirler.

    Mağdurenin ailesi işin peşini bırakmamış ve mahkemenin bu kararını ‘Bozulması talebiyle’ Yargıtay’da temyiz etmiş.

    Yargıtay ise kararını dün açıkladı. Ve mahkemenin kararını reddetmek yerine bu kararı onayladı. Üst kurula ‘tashihi karara’ gitmenin gününü de geçiren aile artık ne yapacaktır? Bilen varsa açıklasın lütfen.

    Bu kızımız, velev ki kendi rızası bile olsa, henüz rüşt yaşına bile basmamış olması, bu tecavüz de kendi rızasını bulunduğunu gösterir mi?

    Sonra bir fahişe bile bir, bilemediniz iki erkekle bir araya gelmeye rıza gösterir. 26 erkekle birlikteliğe rıza gösterebilecek bir tane bu yolun yolcusu fahişe gösterebilir misiniz?

    Madem kendi rızası ile bu işi kabul etti. O halde niçin bu mütecavizleri mahkemeye vermişlerdir? Mahkemenin kararını bozdurmak için niçin Yargıtay’a başvurdular?

    Bu ve benzeri sorular cevapsız kaldığı sürece, kamu vicdanında mahkemenin bu kararını kabul etmediğinin açık işaretidir.

    NEREDE KADIN DERNEKLERİ?

    “Kadın hakları, kadın hakları…” diye tempo tutan kadın dernekleri, nerededir? Kendi hem cinslerinden birine, hem de henüz çocuk yaşta yapılan bu tecavüze karşı neredesiniz? Niçin sesiniz çıkmaz?

    TBMM’ne giren bunca kadın milletvekilleri niçin konuyu Meclis’in gündemine taşınmazlar?

    Erkek milletvekilleri… Siz bu tecavüzü yapan 26 insan erkek olarak kabul ediyor musunuz ki sizin de sesiniz soluğunuz çıkmamaktadır?

    Hayır, beyler hayır… Bu haksızlığa ses çıkarmadığınız müddetçe, benzeri zulümler devam edecek, bugün o küçük kıza yapılan yarın bir başkamızın evladına da yapılacaktır.

    Bu böyle gidemez… Bu millet er geç hukuk normlarımızı değiştirecek ve belki de böyle bir cürüme cesaret edenlere idam cezası verilmesini şart koşacaktır. Hem de onların ‘ibret-i âlem’ için ipte sallandığını bütün cihana gösterecektir.

    ‘Adalet, mülkün temeli…’ ise ya adalet teessüs edilecek veya üzerinden nemalandığınız bu mülk elinizden gidecektir.

    Bir daha başka mağdureler olmasın… Başka kızlarımızın hayatları kararmasın… Başka aileler perişan olması…

    Devamını Oku