DOLAR

35,5594$% 0.16

EURO

36,5618% -0.36

STERLİN

43,2938£% -0.53

GRAM ALTIN

3.080,73%-0,39

ÇEYREK ALTIN

5.015,00%-0,16

BİST100

9.977,94%1,13

BİTCOİN

3720047฿%1.55286

İmsak Vakti a 02:00
Giresun HAFİF KAR YAĞIŞLI -4°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
X


Allah’a Nasıl Dost Olunur?

Bismillâhirrahmânirrahîm

Yunus Emre Hazretleri diyor ki: “Dervişlik bir dilektir.” Yani Allah’ın dostu olmak bir dilektir. “Bilene düğün dernektir.”

Allah’ın biz insanlar için dilediği mutluluk, Allah’a itaatten geçer. Kur’ân bir mutluluk davetiyesidir. Allah’ın davetine uyup, reçeteyi tatbik ettiğimiz anda sonsuz mutluluklara ulaşmak mümkündür. Allah, Kur’ân-ı Kerim’de herkese bu mutluluğun garantisini vermektedir.

Herhangi bir ürünü üreten firma, o üründen en verimli şekilde faydalanılmasını sağlamak üzere bir kullanım kılavuzu hazırlar. Bizleri yaratan Allah’û Tealâ, biz insanların kendimize ve etrafımızdaki insanlara fayda sağlamamız üzere bizler için bir el kitabı olan Kur’ân-ı Kerim’i göndermiştir.

İnsanlar “Neden mutsuzsun?” sualine hep kendileri dışında bir sebep gösterirler. Hâlbuki mutsuz olan bir insanın mutsuzluğunun tek nedeni kendi nefsidir.

İnsan serbest irade ile yaratılmıştır. Allah’tan insana üfürdüğü ruh emr âlemine aittir. Ruh, Allah’ın emirlerine itaat eden, yasak ettiği fiilleri işlemeyen bir yapıdadır. Berzah âlemine ait olan nefs ise Allah’ın bütün emirlerine isyan etmek, yasak ettiği fiilleri işlemek ister. Bu durumda ruhun istekleri insanı mutlu eder, nefs ise mutsuz eden yegâne vasıtadır. İnsanın mutlu olmasın yolu nefsi tezkiye ve tasfiye etmektir.

32/ SECDE 9; “Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.”

Secde Suresi’nin 7, 8 ve 9. âyetleri insanın yaratılmasıyla alâkalıdır. Bu âyetlerde Allahû Tealâ, önce Âdem (a.s)’ın yaratılışını, sonra ondan sonra gelecek olan nesilleri, şu dünya üzerinde vazifeli kılınmasını, Âdem (a.s)’ın nasıl sevva edildiğini (düzenlendiği) ve Âdem (a.s)’ın içine Allah’ın ruhundan nasıl üflediğini ve insanlarda da işitme, görme ve idrak etme hassalarını nasıl hassa kıldığını ifade ediyor.

Bir insan; “Ben mutlu olmak istiyorum.” diyorsa, hasta olan nefsinin tedavi görmesi gerektiğini bilmek zorundadır. Kişinin nefsinin manevî tedavi görebilmesi için doktoruna ulaşması gerekir. Bunun için yegâne şart kişinin kalben, Allah’a ulaşmayı dilemesidir. Kişi bu dileğin sahibi olduğu an, onu tedavi edecek olan doktoru tayin eden Allah’tır.

12/ YUSUF 53; “Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).”

Doğuşlarından itibaren insanların nefslerinin kalpleri afetlerle doludur. Allahû Tealâ’nın hedefi, bu afetleri yok etmektir. Ve kişi bunu kendi iradesini kullanarak yapmak mecburiyetindedir. Bunun için Allah’a ulaşmayı dilemek ve ardından Allah’tan alınacak 12 ihsanla O’nun gösterdiği irşad makamına ulaşmak ve zikir yapmak söz konusudur.

Bir insan, Allah’a ulaşmayı dilemedikçe, nefsinin tezkiye olması, temizlenebilmesi, kurtuluşu hiçbir zaman mümkün değildir. O insan dünya hayatını yaşadığı halde Allah’a göre ölüdür. Çünkü gözlerindeki hicab-ı mesture ile baktığı için irşad makamını başka insanlardan ayıramaz. İrşad makamının söylediklerini kulakları duyar ama kulaklarında vakra olduğu için anlayamaz, mânâsına varamaz. Kalbinde ekinnet olduğu için kalbine indirdiği konuları idrak edemez. Bu ekinnet idraki önler.

Ne zaman bir insan Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah onun kalbindeki Allah’a ulaşma talebini işitir, bilir ve görür. Gördüğü anda Allah Rahman esmasıyla o insana tecelliye başlar. Bu tecelli, o insanı ölüyken diriltir. Kişinin gözlerindeki hicab-ı mestureyi, kulaklarındaki vakrayı, kalbindeki ekinneti alır, yerine ihbat koyar. Artık kişi irşad makamına sadece bakmaz, onu görmeye başlar. Kişinin kulakları irşad makamının irşada dair söylediği şeylerin mânâsını anlamaya başlar. Ve kişinin kalbindeki idraki önleyen ilâhi bilgisayar (ekinnet) alınıp, yerine idraki sağlayan başka bir ilâhi bilgisayar (ihbat) takılınca, kişi kalbiyle idrak etmeye başlar.

Ve böylece gözleri görmeyen, kulakları duymayan ve idrak edemeyen bir kişi olması hasebiyle ölüyken; Allah’ın Rahman esmasıyla tecellisi üzerine; gören, işiten ve idrak eden birisi olur. Böylece kişi ölüyken diriltilmiştir. Ve daha sonra 12 ihsanla kişi mürşidine ulaştırılır.

Mürşidine ulaşıp tâbî olduğu zaman (ki mürşidi Allah gösterir, ulaştırır, mürşid sevgisi verir, bütün ibadetleri Allah sevdirir) bu âyet gereğince Allah Rahîm esmasıyla tecelliye başlar, bütün günahlarını sevaba çevirir, kalbine îmân kelimesini yazar. Kişi zikir yaptığında Allah’ın katından salâvâtla rahmet ve salâvâtla fazl o kişinin göğsüne gelir. Göğsünden kalbine ulaşır. Kalbinde îmân kelimesinin etrafında toplanmaya başlar. İşte bu toplanma, kişinin nefs tezkiyesi yapmasıdır.

Ne zaman Allah’ın rahmeti ve fazlı kalbe ulaşırsa îmân kelimesinin etrafında fazıllar toplanmaya başlar. Fazılların îmân kelimesine yapıştığı ve işgal ettiği sahada şeytanın karanlıkları, afetler barınamaz, bir daha normal standartlara dönmemek üzere orasını terkeder. Ve kalp giderek ruhun kalbindeki hasletlerin paraleli olan Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen nurlarla (Allah’ın fazıllarıyla) dolar. Fâtır Suresi’nin 18. Ayeti bunu söylüyor.

Böylece kişinin nefsinin kalbi Allah’a ulaşmayı dilemeden evvel %100 karanlık iken; Allah’ın Rahîm esmasıyla tecellisi üzerine; nefsinin kalbi %51 nurlarla aydınlanmış ve Allah o kişinin nefsini tezkiye etmiş, o kişinin ruhunu Kendisine ulaştırmıştır.

Nasıl ki; fizik bedenin hastalığının tedavisi için eczanelerde antibiyotikler, ağrı kesiciler, vitaminler, var ise tıpkı bunun gibi nefsin hastalıkları için de Kur’ân-ı Kerim’de ilaçlar vardır ve bütün bunlar bir reçetede toplanmıştır. Aldığınız reçetede antibiyotikler hoşunuza gitmeyince devreden çıkartsanız, sadece ağrı kesiciler ile sonuca ulaşabilir misiniz? Hayır. Zikir, namaz, oruç, hac, zekât, kelime-i şehadet getirmek, bunların hepsi birer ilaçtır. Bunları yerine getirdiğiniz takdirde, Allah sizi sonsuz huzur ve mutluluğa ulaştıracaktır. 14 asır evvel sahâbe, bu reçeteyi tatbik etmek sureti ile birbirlerinin can düşmanı iken can dostu olmuştur.

Kişinin, Allah’a ulaşmayı dilemeden manevî tedavi görmeyi istemesi, doktorsuz yani mürşitsiz tedavi olmaya benzer. Bu kişi hasta ama sevk almadan, yetkili doktora ulaşmadan eczaneye gidiyor. Kendi dilediği hapları alıp kullanıyor, bu şekilde tedavi olması imkânsızdır.

Eğer kişi doktora ulaşarak, kendisine verdiği reçeteyi tatbik ederse sonuç mutlaka sonsuz bir mutluluk ve huzur hali olacaktır.

Allah’û Tealâ “Ben size hidayetçi göndermezsem, azap etmem.” diyor. Eğer biz mutsuz ve huzursuz isek azaptayız demektir. Allah’û Tealâ bize hidayetçi göndermiş, o halde seçim elimizde! Mutlu olmak isteyen kişi, Allah’a ulaşmayı dileyerek mutluluğun ilk adımını atmalıdır.

Allah’a dost olabilmek. Bir dileğe bağlıdır. Osmanlı’da Allah dostlarının bir başka ismi de “derviş”di. Dervişler Allah dostları olan kişilerdir. Yunus Emre Hazretleri, Mevlâna Hazretleri, Hacı Bektaşi Velî Hazretleri bir Allah dostudur. Sahâbenin hepsi birer Allah dostlarıdır. Ve daha nicelerini sayabiliriz.

Yunus Emre Hazretleri diyor ki: “Dervişlik bir dilektir.” Yani Allah’ın dostu olmak bir dilektir. “Bilene düğün dernektir.”

Allah dostları daima huzur ve mutluluk içinde bir hayatı yaşayanlardır.

Herkes Allah’a dost olabilir mi?

Evet. Kadın erkek yaratılan bütün insanlar 3 vücut ve bir serbest irade ile yaratılmışlardır. Ve Allah’ın kendilerine üfürdüğü ruh emanetinin hayattayken sahibi olan Allah’a ulaştırıp teslim eden herkes Allah’ın ermiş evliyasından olur, Allah’û Tealâ Allah’a dost olmayı üzerimize farz kılmıştır. Çünkü Allah’a ulaşmayı dilemek ruhun talebidir. Ve Allah’û Tealâ da dünya hayatını yaşarken bunu herkesten istiyor. “Allah’a ulaşmayı dileyin” şeklinde âyetlerde bunu üzerimize farz kılmıştır.

Dolayısıyla bir tek dilekle kişi Allah’a dost oluyorsa Allah’û Tealâ bütün insanları kadın erkek herkesi kendisine dost olmaya çağırıyor. Serbest iradesi ile rızası ile dünya hayatında Allah’a ulaşmayı kalben dileyen kişi Allah’a dost olur.

Başlangıç noktasında herkes şeytanın dostudur. Ama şeytanın dostluğundan kurtulup Allah’ın dostu olabilmesi bu dileğe bağlıdır.

Nitekim Allah’û Tealâ Bakara Suresinde şöyle buyuruyor:

2 / BAKARA – 257:

“Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.”

Allah âmenû olanların dostudur. Ruhun talebine uyan Allah’a ulaşmayı dileyen herkes amenu olmuştur Allah onları zulmetten nura çıkartır. Ama kâfirlerin dostları da taguttur.

Başlangıç noktasında herkes dalâlette, herkes küfürdedir, kâfirlerin dostu da taguttur.

Tagutun dostluğundan kurtulup Allah’ın dostu olmak bir tek dilekle mümkündür.

Allah, kendisine Allah’ın hidayet yolunu seçmiş, mürşidine tâbî olmuş, Allah’tan kopması mümkün olmayan urvetül vuskaya sımsıkı sarılmış insanların dostudur. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi ruhu Allah’tan bir ipe; Sıratı Mustakîm’e, kendisi de insanlardan bir ipe; mürşid’e sarılmıştır. Allah onların kalplerine rahmetini, fazlını ve salâvâtını ulaştırır. onları zulmetten nura çıkarır. Nefslerinin kalbini Allah’ın nurlarıyla doldurur. Îmân kelimesinin etrafında toplanan fazıllar nefsin kalbindeki karanlıkları kovar ve onların yerine yerleşirler. Neticede nefsin kalbini ruhun kalbine çevirirler. Mürşide tâbî olmadan evvel bunların hiçbiri mümkün değildir.

Bütün şeytanlar, insan şeytanlar ve cin şeytanların hepsi tagutu oluşturur. Tagut, bir şeytanlar ordusudur. İnsan şeytanlar, insanları Allah’ın yoluna girmekten men eden insanlardır. Cin şeytanlar, cinleri Allah’ın yoluna girmekten men eden cinlerdir. Bu insanlar ve cinler, şeytanın görevini yaparlar, ona uşaklık ederler. Allah’ın yolundan insanları saptırırlar ve insanların kendileriyle beraber cehenneme gitmelerine sebep olurlar. Çünkü bu insanlar mürşidlerine hiçbir zaman ulaşamayacaklardır. Asla ruhları vücutlarını terkedip Allah’a doğru yola çıkamayacaktır ve kalplerine îmân yazılmayacaktır. Nefs tezkiyesine başlayamayacaklardır. Ömürleri boyunca mü’min olmaları mümkün değildir hep kâfir olarak kalacaklardır.

Allah’û Tealâ, âmenû olanları nefs tezkiyesine başlatır. mürşidine ulaştıktan sonra kişinin nefsi zikirle giderek aydınlanır, aydınlanır, aydınlanır. Ruhunu Allah’a ulaştırınca Allah’ın evliyası olur. Ama daha sonra irşad makamından şüphe ederse fıska düşer, kalbinin içine küfür kelimesi yazılır. Tekrar küfre dönen kişi tagutun dostudur. İnsansa insan şeytanların, cinse cin şeytanların dostudur ve şeytanın da dostudur. Kalp karanlık hale gelir. Kalpteki îmân kelimesi silindiği için artık kişi mü’min değildir. tagut tarafından kalbi nurdan zulmete çıkarılmıştır. Ve o ateş ehli olduğu için, gideceği yer cehennemdir.

Allah’û Tealâ 14, asır evvel sahâbenin taguta kul iken bir tek dilekle kendilerini kurtardıklarını Zumer Suresinde ifade buyurmaktadır.

39 / ZUMER – 17:

“Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!”

Sahâbe Allah’a ulaşmayı diliyor. Yani insanlar şeytanın kulu iken bu dilekle kendilerini şeytana kul olmaktan kurtarıyorlar, Allah’a kul oluyorlar.

İnsanlar şeytanın dostu iken bir dilekle şeytana dost olmaktan kurtulup, Allah’a dost oluyorlar. Kısacası bu dilek kişiyi Allah’a dost kılıyor.

Hacı Osman Kepenek adında bir Allah dostu şunu söylüyor:

-Bugün ‘mürşid yoktur, evliya yoktur’ diyenlere ithaf olunur.-

“Deme ki, ‘şimdiki zamanda bir kâmil mürşid var mı acep? Bu sözü söyleyen henüz olmamış ehli edep.”

Bugün bir insan “evliyalık yoktur, geçmişte kalmıştır” diyorsa o henüz ehli edep olmamıştır.

Allah’a ulaşmayı dilemeyenler bu sözü söyleyenlerdir. “Bu zamanda bir kâmil mürşid var mı acep? Bu sözü söyleyen henüz olmamış ehli edep.” Yani Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkes gerçekten mürşid yok, velî yok. Allah’a ulaşmayı dileyen herkes için kesinlikle mürşid var, evliya var.

Allah’û Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de velîlerini yani evliyaları Yûnus Suresinde açıklıyor.

10 / YÛNUS – 62:

“E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).

Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?”

Çünkü Allah’ın velîsi Allah’a ulaşmayı dilemiştir, Hidayeti dilemiştir. Gerçekten Allah’û Tealâ Bakara Suresinde evrensel mesajı şöyle veriyor.

2 / BAKARA – 38:

“Biz dedik ki: “Hepiniz oradan (aşağıya) inin. Benden size mutlaka hidayet gelecektir. O zaman kim hidayetime tâbî olursa, artık onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmazlar.”

Korkunun ve mahzuniyetin kendileri için olmadığı kişiler Allah’ın velîleri, yani Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir.”

10 / YÛNUS – 63:

“Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.

Onlar ruhun ölmeden evvel Allah’a ulaşacağına kesin şekilde inananlardır ve inanmakla kalmayıp takva sahibi olmuşlardır. Yani Allah’a ulaşmayı dilemişlerdir.”

10 / YÛNUS – 64:

“Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah’ın sözü değişmez. İşte O, fevz-ül azîmdir.

Hem ahiret saadetine hem dünya saadetine ulaşmak Allah dostlarının işidir. Nitekim Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.V): “Ümmetimin velîleri kendi amelleri ile değil, Allah’ın rahmeti ile cennete girerler, nefs tezkiyesi ile cennete girerler, Müslümanlara olan merhametiyle cennete girerler.” buyuruyor.”

Buradan, kurtuluşa ulaşan insanların Allah’ın velîleri olduklarını görüyoruz. Öyleyse kişi, ya Allah’ın velîsidir, Allah’ın dostudur. Eğer Allah’ın dostu değilse doğal olarak şeytanın dostudur. Allah’ın dostu olmayan herkes şeytanın dostudur. Kur’ân-ı Kerim net olarak bunu zikrediyor.

O zaman kişi bir tek dilekle Allah’ın velîsi olabilir. Velî Ruhu Allah’a ermiş kişidir. Ruhun Allah’a vasıl olmasını Allah gerçekleştirir. Bizi ermiş evliya kılan Allah’dır.

Burada kişinin üzerine düşen sadece bir dilektir.

Nitekim kişi şöyle talepte bulunabilir:

“Ya Rabbim! Sahâbe, Yunus Emre Hz., Hacı Bektaşi Velî Hz. Sana nasıl dost oldularsa ben de Sana dost olmak istiyorum, ben de ruhumu Sana ulaştırmak istiyorum Ya Rabbim, benim de dileğimi kabul et. Bu dileğimi kalbime nakşet.”

Allah razı olsun… Sevgiyle kalın…

0 0 0 0 0 0
YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.