DOLAR

35,5594$% 0.16

EURO

36,5618% -0.36

STERLİN

43,2938£% -0.53

GRAM ALTIN

3.080,73%-0,39

ÇEYREK ALTIN

5.015,00%-0,16

BİST100

9.977,94%1,13

BİTCOİN

3718500฿%0.66749

İmsak Vakti a 02:00
Giresun KAR YAĞIŞLI -7°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
X


Şeytanın Tuzakları

Bismillâhirrahmânirrahîm

Sözlerime bir fıkra ile başlamak istiyorum. Adamın biri lokantanın önünden geçerken bir yazı görür ve dikkatini çeker. Tabelâda yazanın doğru olup olmadığını sorar.

Garson:

– Evet, tabelâda “Siz yiyin torununuz ödesin!” yazısı doğru sizin hesabınızı ileriki zamanda torununuz ödeyecek” der.

Lokantanın bu kampanyası hoşuna gider ve içeri girip sipariş verir. Patlayana kadar yer ve tam kalkmak üzere iken garson elinde hesapla gelir:

– Pardon beyefendi işte borcunuz.

Bizim adamın gözleri yerinden fırlayacak gibi olur:

– Eee, siz bana ne dediniz, şimdi ne yapıyorsunuz. Hani torunum ödeyecekti?

Garson yaklaşır ve:

– Evet, beyefendi doğru sizin hesabı torununuz ödeyecek. Bu dedenizin hesabı!

Bu fıkrada anlatılan tuzak şeytanın insanlar için hazırladığı tuzak gibidir. Nasıl mı? Bizler bu dünya hayatını sanki hiç bitmeyecekmiş gibi yaşarız. Dünya hayatının süsü püsü bizi baştan çıkarır. Aklımız fikrimiz bu dünyada nasıl mutlu oluruz, onun hesabını yaparız. Ama şeytanın insanlar için hazırladığı tuzak burada başlar.

Şeytan dînimizi öyle bir hale getirmiş ki İslâm’ın 5 şartı dışında neredeyse hiçbir şey kalmamış. Ve ne diyor biliyor musunuz? “Bu 5 şart hepinizi kurtaracak daha fazlasına gerek yok.” Ve hesap günü geldiğinde bunun böyle olmadığını gören insanların gideceği yer maalesef cehennem olacaktır. Aynen size anlattığım fıkra gibi değil mi? Şeytan da insanlar üzerinden böyle bir tuzak hazırlıyor. İnsanlar hidayette olduğunu düşünüyor. Ama hesap geldiğinde bunun böyle olmadığını görüyor. Ama iş işten geçmiş oluyor.

35/ FATIR 8; “Fakat kötü ameli, kendisine süslenen (güzel gösterilen), böylece onu güzel gören kişi mi? İşte muhakkak ki Allah, dilediği kişiyi dalâlette bırakır ve dilediği kişiyi hidayete erdirir. Artık onlar için nefsin, hasret duymasın (hüzünlenmesin). Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir.”

Kötü amel (içki içmek, kumar oynamak, fuhuş v.s) Allah’û Tealâ’nın yasak ettiği fiillerdir. Kötü amel, şeytan tarafından süslenir. Şeytan bu fiilleri kişiye güzel gösterir. Allah’ın yasak ettiği birtakım zevkleri yaşayan kişi, memnun olduğunu zanneder. Bu kişi, Allah’ın dalâlette bıraktığı kişidir.  Allah, dilediği kişiyi hidayete erdirir. Allah’û Tealâ’nın emirlerini yapan kişi, Allah’ın güzelliklerine muhatap olur.

Buradaki hasret de, elbette onların yaptıkları pis işlere Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.V)’in istek duyması mânâsına gelmemektedir. Burada hasret, hüzünlenme mânâsında kullanılmıştır.

İbrâhîm Suresi’nin 21 ve 22. âyet-i kerimelerinde şöyle buyruluyor:

14/İBRÂHÎM-21:

“Hepsi Allah’ın huzuruna çıktılar. Ve zayıf (güçsüz) olanlar kibirlenenlere şöyle dediler: “Muhakkak ki; biz size tâbî olduk. Şimdi siz, Allah’ın azabından bir şeyi bizden giderebilir misiniz?” Onlar: “Eğer Allah, bizi hidayete erdirseydi elbette biz de sizi hidayete erdirirdik. Sabretsek de, sabretmesek de bizim için aynıdır. Bizim için kaçacak bir yer yoktur.” dediler”

Birçok dîn adamı şeytanın tesiri altında dîni yaşadığını zannedip hidayetten uzak kalır. Hidayette olmadığı gibi Allah’a ulaşmayı dileyenlere de engel olur. Başka insanların da hidayete ermesini engellemiş olan, Allah’ın yolunda olmayan uzak dalâletin mensupları, Allah’ın yolunda olmadıkları gibi başkalarını da men etmişlerdir.

Hidayete ulaşmak istemeyenlerdir. Onları hidayete erdirmeyen Allah değildir. Onlar hidayete ermeyi dilemedikleri ve başkalarını da Allah’ın yolundan men ettikleri için Allah’û Tealâ elbette onları hidayete erdirmeyecektir. Herkesin kendi iradesiyle Allah’a ulaşmayı dilemesi o kişinin hidayete ulaşmasına yeterlidir. Öyleyse hidayette olduğunu zanneden bu insanlar gerçekleri idrak etmiş ama artık geri dönüşü olmadığını görmüşlerdir. Allah’û Tealâ İbrahim Suresi’nin 22. âyetinde ise söyle buyuruyor.

14/İBRÂHÎM-22:

“Şeytan, emir yerine getirildiği zaman şöyle dedi: “Muhakkak ki; Allah, size “hak olan vaadini” vaadetti. Ve ben de size vaadettim. Fakat ben, vaadimden döndüm. Ve ben, sizin üzerinizde bir güce (sultanlığa, yaptırım gücüne) sahip değilim. Sadece sizi davet ettim. Böylece siz, bana icabet ettiniz. Artık beni kınamayın! Kendinizi kınayın! Ve ben, sizin yardımcınız değilim. Siz de, benim yardımcım değilsiniz. Gerçekten ben, sizin beni ortak koşmanızı daha önce de inkâr ettim. Muhakkak ki; zalimlere acı azap vardır.”

Şeytan süslü püslü vaadlerde bulunup onları dünya hayatında oyalayıp durmuş, Allah’a ulaşmanın farz olduğunu gizlemiştir. İnsanlar ise şeytanın bu vaadine ve kendi nefslerine uyup hidayetten uzak kalmışlardır. Şeytan, insanlara zorla hiçbir şey yaptıramaz. Şeytan, insanlara teklifte bulunmuş, onlar da bu teklife icabet etmişlerdir. İnsanlar şeytanı değil, kendi nefslerini kınamalıdır.

Allah’û Tealâ hidayette olabilmenin tek yolu olan ruhu ölmeden önce Kendisine ulaştırılmasını farz kılmıştır.

Zumer Suresi’nin 54. âyet-i kerimesinde şöyle buyruluyor.

39/ZUMER-54:

“Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.”

Ölmeden önce Allah’a yönelmek insanın hidayete ulaşmasına kâfidir. Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin hidayette olmadıkları, dalâlette kaldıkları ve öldükten sonra da yardım alamayacakları kesindir. Öyleyse bir tek dilek sizi kurtarmaya yetecekken neden Allah’a ulaşmayı dilemezsiniz? Ne kaybedersiniz ki? Bir tek dilek: “Yarabbi ben de Senin eren ermişlerin gibi Sana ulaşmayı diliyorum. Ben de emanet olan ruhumu Sana ulaştırmayı diliyorum.” demek yeterlidir. Allah’û Tealâ bu dileğin sahibi olana vekil oluyor ve ruhu Kendine ulaştırıyor.

Şeytan öyle kurnaz bir mahluk ki bizim hiç tahmin bile edemeyeceğimiz bir şekilde bizimle oynuyor. Ve tek hedefi bizi saptırmaktır. A’raf Suresi’nin 27. âyet-i kerimesinde şöyle buyruluyor.

7/A’RÂF-27:

“Ey Âdemoğulları! Şeytan, sizin ebeveyninizi (anne ve babanızı), onların ayıp yerlerinin görünmesi için elbiselerini soyarak, cennetten çıkardığı gibi sakın sizleri de fitneye düşürmesin. Muhakkak ki; o ve onun kabilesi (topluluğu), sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Muhakkak ki; Biz şeytanları mü’min olmayanlara dost kıldık.”

Şeytan ve onun yanındakilerin tek hedefi insanları cehenneme sürüklemektir. Bunu nasıl başarıyor? İnsanları son ana kadar yaptığının doğru olduğu hususunda zan altında bırakıp onların kurtuluş aramalarına izin vermiyor. Herkes kendisinin hidayette olduğunu zannedip, kurtulacaklarına inanmıştır. Kardeşlerim şeytanın kurnazlığını ifade edebilmek için size bir kıssa anlatmak isterim.

Bir gün şeytan insan kılığına girip bir boks maçına çıkar. İnsan ile şeytanın boks maçında gong çalar çalmaz şeytan başlar yumruklamaya. İnsan perişan bir hale gelir. Elini bile kaldıramıyor. Neredeyse nakavt olacak. Tabii izleyiciler kazanmak üzere olan şeytan üzerine bahis oynuyorlar. Bahisler kapanınca nakavt olmak üzere olan insan bir an kendisini korumak için elini kaldırınca, şeytan hemen kendini atıyor yere. Ve kendini nakavt ediyor. Herkes şaşkın… Ve herkes bahsi kaybediyor.

Görebiliyor musunuz? Herkes şeytana bahis oynarken şeytan ise insana oynuyor. İnsanın kaybetmesi için oynayan şeytan nakavt olmasıyla kaybetmiş olmuyor. İnsanlar üzerindeki bahsi kazanıyor. Bu dünya hayatında bize her şey çok güzel görünse de maalesef insanların sonu cehenneme doğru gidiyor. Şeytanla baş edebilmek çok zor kardeşlerim, hiç kimsenin tek başına üstünden gelebilmesi mümkün değildir.

Şeytan günümüz dîn tatbikatını öyle karıştırmış ki kimsenin içinden çıkamayacağı bir hale getirmiş. Ne demiş günümüzde: “İnsan günahları kadar yanacak, sonra cehennemden çıkıp cennette ebediyen yaşayacak.” Bu da insanlara bir rahatlık sağlamıştır. Duymuşsunuzdur çevrenizdekilerden; “Hadi canım, nasıl olsa biraz yanıp çıkacağız. Olur, o kadar.” İşte bu düşünce şeytanın hedeflediği şeydir ve başarmıştır.

Ne demiş daha; “Bu dünyada değil, ahirette size şefaat edilecek hatta bir şehit 70 kişiye şefaat edecek, hacılar şefaat edecek ölen çocuklarınız bile şefaat edecek daha ötesinde Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.V)’in bütün ümmeti cennete gidecek bunun için Allah’a ve Peygamberimiz’e îmân yeterlidir.” Peki, insanlar ne diyorlar; “Nasıl olsa biz de Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.V)’in ümmetiyiz bizi kurtaracak. Ne diye bu dünyayı kendimize zehir edelim. Dilediğimiz gibi yaşayalım.”

İşte şeytanın duymak istediği şey bu söz. Bir tane daha örnek vermek isterim. Günümüzde şeytan bütün Resûllerin peygamber olduğunu, Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.V)’den sonra artık bir resûl olmadığını akıllara sokmuş, insanı Allah dostlarından uzak tutmuştur. Böylece hedefini yerine getirmiştir. O kadar çok örnek verecek konu var ki kardeşlerim, şeytanın hedefini yerine getirdiğini açıkça görüyoruz.

Öyleyse çok kurnaz olan ve tek başımıza baş edemeyeceğimiz bu şeytanı nasıl alt edeceğiz? Efendimiz yıllardır kendisini bu yola adadığını ve insanların sadece Allah’a ulaşmayı dileyerek kurtulabileceklerini söylemiyor mu? Ama şeytan bunu ortadan yok etmiştir. Allah’a ulaşmayı dilemek diye olmazsa olmaz bu farzın bilinmemesi şeytanın ne kadar başarılı olduğunun kesin işareti değil mi?

Allah’a ulaşmayı dilediğimiz andan itibaren Allah’û Tealâ şeytana artık müsaade etmiyor. O kişinin ruhu Allah’a ulaşana kadar yani eren, ermiş evliya olana kadar şeytan o kişiye karışamıyor. Allah’û Tealâ hidayette olanın korunacağını Nahl Suresi’nin 99. Ayeti’nde şöyle açıklıyor.

16/NAHL-99:

“Çünkü onun, âmenû olanlar ve Rab’lerine tevekkül edenler üzerinde bir sultanlığı (yaptırım gücü) yoktur.”

Öyleyse şeytandan kurtulmanın tek yolunun kalben Allah’a ulaşmayı dilemek olduğunu görüyoruz. Efendimiz bizlere yıllardır bunu anlatıyor ki biz de başkalarına aktaralım. Ulaşabildiğimiz herkese şeytanın tuzaklarından kurtulmaları için, onların da Allah’a ulaşmayı dilediklerinde kurtulacaklarını bilmeleri ve dilemeleri için elimizden geleni yapmamız gerekiyor. Bir başkasını kurtarmanın verdiği hazzı ve mutluluğu hepimizin en üst boyutta yaşaması dileklerimizle…

43/ ZUHRUF 36;

“Ve kim Rahmân’ın zikrinden yüz çevirirse, şeytanı ona musallat ederiz. Böylece o (şeytan), onun yakın arkadaşı olur.”

Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o takva sahibi olur. Zikirle, zikrini artırarak ruhunu Allah’a ulaştırır. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi ruhunu Allah’a ulaştırıncaya kadar emniyettedir. Allah’a ulaştırdıktan (33 bin ilâ 41 bin zikir) sonra Allah’ın koruması sona erer. Kişi zikirlerini eksiltirse şeytan ona musallat olur. Zikirleri yavaş yavaş azalır, sonunda fıska düşer. Bunun mânâsı artık şeytan onun yakın arkadaşı olmuştur.

7/A’RÂF-40:

“Muhakkak ki âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara kibirlenenler; onlara gök kapıları açılmaz (ruhlarını hayatta iken Allah’a ulaştıramazlar). Deve (veya urgan) iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler. Mücrimleri (suçluları) işte böyle cezalandırırız.”

Bu insanlar, Allah’ın âyetlerini değiştirenlerdir. Kur’ân-ı Kerim’e dokunamazlar ama mânâyı diledikleri gibi değiştirmeye çalışmaktadırlar.

Bir bütün tabloyu düşünün…

1.ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEK,

2.MÜRŞİDE ULAŞIP TÂBÎ OLMAK,

3.RUHUN TESLİMİ,

4.FİZİK VÜCUDUN TESLİMİ,

5.NEFSİN TESLİMİ,

6.MUHLİS OLMAK,

7.İRADENİN ALLAH’A TESLİMİ…

Her biri, insanın daha üst cennetlere girebilmesi için bir kademedir. Böylece insanları, Allah’ın hedeflerinden saptırmış olurlar.

Bütün insanlar için söz konusu olan şey kurtuluştur. Allah’ın emirleri yerine getirildiği zaman kurtuluş kesindir. Ama zamanımızda, İslâm’ın beş şartının insanları kurtaracağına inanılmaktadır. Problem buradan başlar. İnsanlar, şeytanın onlara asırlar boyunca öğrettiği, böyle bir yanlışa inanmaktadırlar. Oysaki kurtulmaları mümkün değildir. Ancak Allah’a ulaşmayı dileyenler cennete girebilir.

22/ HACC 38; “Muhakkak ki Allah, âmenû olanlardan (Allah’a ulaşmayı dileyenlerden) (belâları) defeder (uzaklaştırır). Muhakkak ki Allah, hain ve kâfirlerin hiçbirini sevmez.”

Kâfirler ve hainlerden vücuda gelecek bir saldırıyı Allahû Tealâ defeder. Allah hainleri ve kâfirleri sevmez. Yani sevdiklerine sevmediklerinin kötülük etmelerini önler.

8/ENFAL 24; “Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler), Allah ve Resûl’ü sizi, size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman (davete) icabet edin! Ve Allah’ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve muhakkak sizin O’na haşrolunacağınızı bilin! (Hepinizin ruhu Allah’ta toplanacak ve Allah, ruhlarınıza meab olacak.)”

Allah’û Tealâ, burada küfürden îmâna döndürülenlerin, kâfirken mü’min olanların, yeni hayatlarının bünyesini açıklamıştır. Onlar artık kâfirlerin değil, mü’minlerin yaşadığı farklı bir hayatı yaşarlar. Değişen yeni hayatta ruh, Allah’ın Zat’ına ulaşır, Allah’ta haşrolur. Yani ölmeden evvel ölmüş olursunuz.

RESÛLLER, “BANA TÂBÎ OLUN Kİ, SİZİ İRŞADA

ULAŞTIRAYIM. TÂBÎ OLUN Kİ,

RUHUNUZU ALLAH’A ULAŞTIRAYIM.” DERLER.

Ruh mutlaka Allah’a ulaşacaktır ve öldükten sonra değil, ölmeden evvel ulaşmalıdır. O zaman da Allah’a ulaşacaktır ama siz ölmemiş olacaksınız. İşte bu yeni hayat, irşad hayatıdır. Ölü iken dirildiğiniz yeni bir hayat… Gözleriniz vardı, üzerinde hicab-ı mesture olduğu için görmüyordunuz sadece bakıyordunuz. Kulaklarınız vardı, üzerinde vakra olduğu için irşad makamının sözlerini işitmiyordunuz. Kalbinizde ekinnet vardı, idrak etmiyordunuz. Hem gözleriniz hem kulaklarınız hem kalbiniz ölü idi. Mezardaki ölüler gibi idiniz.

Allah’û Tealâ sizi hayata davet etti. Ve sizinle kalbiniz arasına girdiğini, kalbinizin bir ayna olduğunu, Allah’ın her zaman o aynada görülebileceğini ifade ediyor.

8/ ENFAL 27; “Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler), Allah’a ve Resûl’üne ihanet etmeyin! Ve siz, kendi emanetlerinize de bile bile ihanet etmiş olursunuz.”

İhanet etmek; Allah’ın emirlerine karşı gelmek, yasaklarını işlemektir. Bir insan âmenû olduğu anda bütün emirleri birden uygulamaya başlayamaz. Allah’ın yasak ettiği fiillerinden bir kısmını ile işlemekten de, nefsindeki afetleri sebebiyle kendini alamaz. Sahâbe de yasakları ve emirleri öğrenmiş olmalarına rağmen yanlışlıklar yapmakta devam etmişlerdir. Allah’û Tealâ, aslında bütün sahâbenin sadece Allah’ın emirleri ve yasakları istikametinde iradelerini kullanmalarını istiyor. Ve sahâbe, kısa sürede adım adım yanlışlıkları azaltmayı başarmıştır.

Emanetleriniz ruhunuz, vechiniz, nefsiniz ve iradenizdir. Onları Allah’a teslim etmedikçe emanetlere ihanet halindesiniz.

2/ BAKARA 186; “Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar).”

“BENDEN SONRA NEBİ GELMEYECEK, ALİMLER GELECEK, HALİFELER GELECEK, ONLARA TABİ OLAN BANA TÂBÎ OLUR, ONLARA ASİ OLAN BANA ASİ OLUR.” (Sahih buhari 9.cilt 1409.)

4/ NİSA 64; “Ve Biz, (hiç) bir resûlü, Allah’ın izniyle kendilerine itaat edilmesinden başka birşey için göndermedik. Ve onlar nefslerine zulmettikleri zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah’tan mağfiret dileselerdi ve Resûl de onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka Allah’ı, (iki tarafın da) tövbelerini (onların tövbesini ve Resûl’ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici olarak bulurlardı.”

Burada Resûl’un önünde yapılan tövbe ve tâbî olma işleminden bahsediliyor. Görülüyor ki hem tövbe edip tâbî olan, hemde tövbe ettiren (tâbî olunan) taraf tövbe edenin günahlarının affını diliyor. Allah ise hem tövbe edenin tövbesini kabul edip onun bütün günahalarını sıfırlıyor, hemde (Resûlun talebini kabul edip, tövbe edip) Resûl’e tâbî olanın günahlarını bir defa daha affediyor. Bütün günahları sevaba çevirmiş oluyor. Furkân Suresi 69, 70 ve 71. ayetlerde aynı huşu net olarak anlatılıyor. Bunun adı mağfirettir. (Günahların sevaba çevrilmesi).

25/FURKÂN-69:

“Kıyâmet günü onun azabı kat kat artar. Ve orada alçaltılmış olarak ebediyyen kalır.”

25/FURKÂN-70:

“Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir).”

25/FURKÂN-71:

“Ve kim (mürşidi önünde) tövbe eder ve salih amel (nefs tezkiyesi) işlerse, o taktirde muhakkak ki o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah’a ulaşır (hayattayken ruhu Allah’a ulaşır)”.

Allah razı olsun, sevgilerimle…

0 1 0 0 0 0
YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.